Kanatlar Altında Bir Yavru

13 0 0
                                    

Evimiz köydeydi bizim. İlkokulu bitirdikten sonra, öğrenimini sürdürmek isteyen herkes gibi, ben de ortaokulu okumak üzere on altı kilometre ötedeki ilçeye gitmek zorundaydım.

Mini minacık bir ev tuttuk. Tek odalıydı. Eşyalarım ise bir kilim,bir eski dolap,bir iki mutfak malzemesi,bir yatak ve bir odun sobasından ibaretti.

Kimi zaman annem gelip kalıyordu yanımda. Ama genellikle yalnızdım. Karyolam olmadığı için yerde yatıyordum. En büyük sorununum, yemek yapmayı bilmiyor oluşumdu.

Sadece çay yapıyordum gaz ocağında.
Evden peynir, ekmek getirip onu yiyordum. Somun ekmek kentlilere özgü bir lükstü.

Yemek içinde bir çare buldu annem. Bol miktarda yemek yapıyordu, ben onları pazartesi günü evime götürüyordum. Yemekler bir hafta yetiyordu bana, yettiriyordum.

Ütüm yoktu, pantolonumu akşamdan biraz ıslatıyor, döşeğin altına koyuyordum,ütülensin diye!

O zamanlar önü ay yıldızlı şapkalar giyiyorduk subaylar gibi. Daha ilk ayda sarkıyor,takkeye dönüşüyordu bu şapkalar. Ucuzdu ve kalitesizdi çünkü.

Cumartesi yarım gün okul vardı. Gün ortasında bir eski cip giderdi köye. onu kaçırdın mı yandın, artık dönemezsin. Ya yayan gideceksin ya da hiç gidemeyeceksin.

Bir hafta sonu, ben bu cipe yetişemedim. Okulda bayrak merasimi, müdürün uzayıp giden nutku falan derken, geç kaldım.

Evde yemek kalmamıştı, param yoktu, köye gitmeye mecburdum. Durakta beklemeye başladım. Köylünün ürününü satma mevsimi henüz geçmemişti. Bir umut işte, belki bir traktör bulabilirim diyordum.

Akşam oldu, hava kararmaya başladı. Aylardan ekim, gündüz cılız bir güneş var, ama geceler soğuk. Üşümeye başladım. Sırtımda incecik bir ceket.

Birazdan geldi traktör, sevindim. Römorkuna bindim.

Baktım, üç adam daha var, onlar da köye gidiyorlar. Traktör hareket etti. Römorkun her tarafı açık. Sığınacak, korunacak hiçbir yer yok. Köylüler tedbirliydi, kalın kazaklar ya da paltolar giymişlerdi.

Çömelmiş, arkalarıda römorkun yan tahtalarına dayamışlardı. İkisi sohbete dalmıştı aralarında. Üçüncü adam,kararan dağlara bakarak bir şeyler düşünüyordu. Gözleri yarı kapalıydı.

Traktörün hızı arttıkça benim üşümem de artıyordu. Çocuktum. Cılızdım,zayıftım,güçsüzdüm, çaresizdim,titriyordum, gözlerimden yaşlar dökülmeye başlamıştı, ama sesimi çıkaramıyordum,gururuma yediremiyordum ağlamayı.

Römorkun içinde yer değiştirmeyi denedim ama hiçbir faydası olmadı. Acım her saniye biraz daha artıyordu. Ölmek istiyordum!

Yün yatağımı, sıcak günleri, buğdayların biçildiği sararan yaz aylarını hayal ederek avunmaya çalışıyordum.

Nafile!

Rüzgar yüzlerce iğne gibi bir yanımdan girip öte yanımdan çıkıyordu. Kendi kendime "Allahım! Allahım! Allahım !"diye mırıldanıyordum pek de bilincine varmadan.

Hem havanın kararması, hem de kirpiklerimi ıslatan yaşlar, görmemi engelliyordu.

Bir ara karşımda yalnız başına oturan adamın bana işaret ettiğini görür gibi oldum.

Bir hayal miydi bu? Gerçekten beni mi çağırıyordu. Anlamaya çalıştım. Evet, eliyle işaret ediyordu "gel" diye.

Düşmemeye çalışarak yanına gittim.
Hiç bir şey sölemedi. Hiç...! Paltosunun sağ kanadını kaldırdı, beni oraya aldı, iyice sarmaladı. İri yarı, güçlü kuvvetli ama yufka yürekli, merhametli bir adam.

Ve onun yanı başında,koruması altında zavallı, ninnacık, dudakları titreyen zavallı ben.

Sıcaktı. Sıcak! Aman Allahım, cennet burası olmalıydı!

Sessizce ağlamaya başladım, sevincimden mi, bu hareketin güzelliğinden mi bilmem. Ruhum allak bullak olmuştu.

Geri kalan yolu böylece, onun kanatları altında tamamladım, bir yavru kuş gibi.

Köye ulaştık, ne o bana bir şey söyledi, ne de ben ona.

Bem o gün sefkati, yardımlaşmayı, açlara, yoksullara, çaresizlere, umarsızlara, itilip, kakılanlara, düşkünlere acımayı öğrendim, ruhuma yazdım bunu, kalbime nakışladım.

Kendine Bir İyilik YapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin