1.Bölüm

432 35 6
                                    

"Canavarlarla savaşırken bir canavara dönüşmemeye dikkat etmelisin. Uzun süre karanlığa baktığında karanlık seni de içine alabilir" -Friedrich Nietzsche (1844-1900)

---

Karanlık. Bazılarınız için yalnızlık, bazılarınız için işkencedir. Tao için ise huzurdu. Huzur. Bir kaç sene önce babası yaşarken Tao oldukça huzurluydu, her şey ona huzur verirdi. Şu an ise ona huzur veren tek şey karanlıktı.

Tao'nun babası güneşin tam tepe noktada durduğu oldukça sıcak bir vakitte hayatını kaybetmişti. Rüzgarın tüm uğraşlarına rağmen bulutları güneşin önüne itemediği bir vakitte. O günden beri nefret ederdi, Tao. Güneşten, sıcaktan, aydınlıktan...

Çoğu kişi ona vampir derdi, fakat annesi ona iblis demeyi tercih etmişti. 38 yaşlarındaki her zaman hasta gibi duran, soluk tenli ve bu soluk teninin zıttı şekilde morumsu kırmızı göz altları olan, şizofren hastalığının kurbanı kadın, oğluna her zaman iblis derdi.

Tao, annesinin neden ona iblis dediğinin bilincindeydi, annesinin 'hasta' olduğunu biliyordu. Kimseye söylemezdi bunu, korkardı. Evet, o bir korkaktı. Yalnız kalmaktan korkan bir korkak... Bu yüzden annesinin ona çektirdiği tüm acıya katlanırdı.

---

"İBLİS!! O BİR İBLİS!! BENİM SUÇUM DEĞİL!! ONU ALIN!!"
Sanki alarm sesiymiş gibi her sabah duyduğu bu çığlıklara alışmıştı, Tao. Gözlerini elinin tersi ile ovdu, her sabahki halsizliğiyle lavaboya gitti. Yüzünü yıkayıp geri odasına döndü, dolaptan gelen gıcırtı eşliğinde dolabını açıp okul üniformasını aldı ve yine aynı gıcırtı eşliğinde onu kapadı. Üniformalarını giyerken bir yandan da kitaplarını çantasına koyuyordu, perdeleri kapalıydı ve odadaki ışık açık olmadığından dolayı kitapları zar zor seçiyordu. Bundan şikayetçi olup ışığı ya da perdeleri asla açmazdı, karanlık hep en iyiydi.

Aniden kapısı açıldığında kafasını kaldırdı. Gördükleriyle gözleri büyüdü.

Annesinin gözleri bembeyazdı ve onlardan kan akıyordu, ayrıca elindeki büyük bıçak bu görüntüyü muhteşem bir şekilde tamamlamıştı. Ağzını açtı ve hiç kıpırdamadan sanki bir radyodan geliyormuşçasına oldukça kalın bir sesle konuştu.

"Öleceksin. Ya şimdi, ya da 30 gün sonra"

Tao, çığlık atamamıştı. Atsa bile kim duyacaktı ki zaten? O vakit sokaktan geçen bir sokak kedisi ya da gözünü pencere kenarındaki bir parça ekmeğe dikmiş aç bir karga mı?

Bir kaç saniyelik şokun etkisinden çıkan Tao, hızlı adımlarla kaçmaya başlamıştı. Nereye kaçtığını bilmeden...

Aklı başına geldiğinde kapıya doğru ilerledi, kapıyı açıp evden dışarı attı kendini. Aydınlığa alışmak için birkaç kez gözlerini kırpıştırdı, ardından hızını kesmeden oldukça uzaktaki karakola doğru koşmaya başladı.

Aklında sadece bir soru vardı; "Öz annesi, kendisini öldürmek mi istiyordu?"

Karakola ulaştığında nefes nefeseydi. Birisi ona ne olduğunu sorunca zar zor tuttuğu gözyaşlarını serbest bıraktı. Ağlarken olayı izah etmeye çalışıyordu. Görevliler onu ofiste bir yere oturtup bir bardak su içirdiler, sakinleşmesini beklediler.

Sakinleşince burnunu çekti, Tao.

"Ö-özür dilerim. Gerçekten... Gerçekten çok korktum. O benim öz annem ve... -hıck-"

Derin bir nefes aldı ve onu pür dikkat dinleyen ekibi süzdü.

"Annemin çığlıklarıyla uyandım, ben okula gitmek için hazırlanırken odaya geldi ve..."

Elleri titriyordu, kaşları çatılmış ekibi tekrar süzdü ve bakışlarını parmaklarına çevirdi.

"Ve gözleri bembeyazdı. Ayrıca gözlerinden kanlar akıyordu. V-ve elinde bi-bir bıçak va-vardı. Be-beni ko-kovalamaya baş-başladı. A-ayrıca..."

Yutkundu. Kafasını sakince kaldırıp karşısındaki adama baktı. Tekrar gözyaşları dökülmeye başlamıştı.

"Lütfen, kimseye söylemeyin ama annem şizofreni hastası... Okuldaki çocukların benimle dalga geçmesini istemiyorum... Lütfen, kimseye söylemeyin.."

Odadakiler birbirlerine baktı ve Tao'nun karşısındaki adam boğazını temizleyip konuşmak için hazırlandı.

"Adın ne ve kaç yaşındasın?"

"Adım Zi-ZiTao, efendim. 17 yaşındayım.."

"Pekala... ZiTao, söylediklerin kulağa pek inandırıcı gelmiyor. Evinizi kontrol etmeliyiz, adresini şu kağıda yaz ve istersen babanı arayabili-"

Kağıda adresi yazarken aniden kafasını kaldırıp boşça karşısındakine baktı.

"Yok -hıck- Benim bi-bir babam yok.."

"Anlıyorum... Başka bir akraban varsa aramak ister misin?"

Kağıdı karşısındaki adamın önüne sürükledi. Adam kağıdı ekibindeki birine uzattı ve odadakiler -Tao ve adam hariç- kağıtta yazılı adrese gitmek için odadan ayrıldı.

"Evet, lütfen. Büyükannemi aramak istiyorum."

Memur kafasını salladı ve Tao'nun dediği numarayı tuşlayıp telefonu ona uzattı.

"Alo? Büyükanne, benim ZiTao. Annem... Büyükanne -hıck- o be-beni öldürecekti... Hayır, istemiyorum... Ha-"

Tam konuşacakken büyükannesi telefonu kapatmıştı.

"O bu-buraya geliyor. Be-beni annemden a-ayıracağını sö-söyledi"

"ZiTao, eğer annen hasta ise daha fazla onunla kalman senin için hiç iyi olmaz."

"Bir çocuğu annesinden nasıl ayırırsınız?!?"

Tao'nun sesini yükseltmesi üzerine adam elini masaya sertçe vurdu.

"Zi.Tao. Annen diğer hastalar gibi iyileşmek için bir hastanede kalıcak ve bu süre içerisinde sen tanıdığın başka biri ile kalıcaksın. Bir polis memuru olarak işim çocukları ailelerinden ayırmak değildir. Kızımı bir hafta önce kaybettim. Benim işim güvenliği sağlamak. Anlıyor musun?"

Tao hıçkırıklarla başını aşağı yukarı salladı. Annesi ona zarar vermesine rağmen ondan ayrı kalmayı düşünemiyordu. Sonuçta, babası annesini beğenmiş ve sevmişti. Tao babasının sevdiği bir şeyden nefret edemez ve uzak kalamazdı ki.

---

Tao'nun annesi, onların evinde kanlar içinde ölü bulunmuştu. Bunu Tao'ya söylememişlerdi. Büyükannesi ve büyükbabası bunu biliyorken onun bilmemesi kötü bir şey midir, yoksa iyi bir şey midir tartışılır ama polislerin Tao aklını kaçırmasın diye görüntüleri ve bu haberi ondan sakladıkları kesin.

---

Tao, ağlamaktan şişmiş ve kızarmış gözleri, soluklaşmış teni ile büyükannesinin evine gelebilmişti. Hâlâ şokta olan çocuğa yaşlı çift anlayışla yaklaşmış ve ona olay ile ilgili hiçbir şey sormamışlardı. Tao, yemeğinden bir lokma aldıktan sonra onlara mırıldanarak teşekkür edip kendi için hazırlanmış odaya kapandı.

Zavallı yaşlı kadın onun için daha çok endişelenmeye başlamıştı, kocası iç çekip onun omzunu sıvazladı.

"Endişelenme, kendini toparlaması için biraz zamana ihtiyacı var. Bu süre içinde okuluna devam etmeli. Onu buraya fazla uzak olmayan bir okula yazdırmalıyız."

Kadıncağız gözlerini sildi, başını sallayarak kocasının dediklerini onayladı. Derin bir nefes alıp kocasına sarıldı.

"Oğlumuz öldükten sonra onun o kadınla kalmasına izin vermemeliydik. Her zaman psikopat gibi davranıyordu. Onun şizofreni hastası olduğunu anlamalıydık."

"Kendini suçlama. Nasıl anlayabilirdik ki? Hem Zitao bizden gizlemişti, demek ki o kadınla kalmak istiyordu."

Titrek bir nefes bırakıp kocasına baktı.

"Sanırım, uyumaya ihtiyacım var. Uzun bir süre, kesintisiz bir uyku..."

By Yavsak-Panda

Thirty DayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin