30 6 1977

49 3 3
                                    

Kaçınılmaz bir şeydi: Ellerini yağmurdan sonra ıslak kalmış çimlerin arasından toprağa daldırınca gözleri kendiliğinden kapanırdı. On sekiz dakikalık sakinleşme sürecinin en büyük yardımcısı olmuştu avuçlarının içindeki toprak, sımsıkı tutuyordu onu. Aniden bastıran yağmurda evlerine dönmeye çalışan karıncaların şimdi ne halde olduğu, yanağındaki acıdan daha çok ilgilendiriyordu onu. Pantolonunun çamur lekesi olduğu da önemli değildi, annesi her zamanki gibi biraz söylenir geçerdi. Ne var ki göğüs kafesinin ortasındaki gözlerinin dolmasına neden olan kocaman yükü görmezden gelemiyordu. Babasının yüklediği ağırlıktı bu, üç yaşından beri oradaydı. Yanağına buz koyup vücudunu iyileştirebilirdi ama o büyük kütleyi nasıl yok edeceğini bilmiyordu. Evet, babası ona vurmuştu. Çok önemli gelmiyordu artık, bir babanın, çocuğunun başını okşamasıyla aynı sıklıkla Baba Ziryan Ennis'e vururdu. İnsan her şeye alıştığı gibi buna da alışırdı elbette. Darbelerin acısına alıştıkça şu göğsündeki şey büyümüştü yıllarca. Eksik bir şey vardı, ne olduğunu kestiremiyordu bir türlü ama o kelime dilinin ucundan dökülse her şeyin kolaylaşacağını biliyordu.

Oturur pozisyondan uzanır pozisyona geçti. Havanın bir haziran gününe göre oldukça soğuk olmasına rağmen yağmurdan sonra güneş açmıştı. Beyaz bulutlar ve güneşin kara bulutları kovalamasını seyrederken düşüncelerini engellemenin imkansız olduğuna karar verdi Ennis ve babası hakkında düşünmeye devam etti. Doğal olarak aklında beliren her şey beraberinde huzursuzluk verici kötü duygular getiriyordu. Avuçlarının içindeki toprağa daha sıkı tutunarak babasının düşüncesini yendi. "Hala yağmurdan sonra güneş açıyor." dedi kendi kendine. "Karıncalar güvende, toprak ellerimde."

Ardından biraz yürüyüş yapmaya karar verdi. Güneş mavi gözlerine dalınca, kapadı gözlerini Ennis. Yoldaki her çukuru, her çıkıntı ve taşı ezbere biliyordu, düşmezdi. Gözleri kapalı yürümeye devam ederken kafasının içinin ne kadar akıl almaz olduğunu düşünüyordu. Bu kadar boşken nasıl bu kadar şey geçiyordu oradan bir türlü anlayamıyordu. Her ne kadar kendine alıştığını tekrar etse de, babası ona ne zaman vursa ilk seferindeki gibi hissediyordu Ennis: dehşet içinde, savunmasız ve yapayalnız.

Geliyorlardı. Hemen gözlerini açtı. Hayır, hayır, şimdi olmaz, yalvarırım.

Ama geliyorlardı.

Derin derin nefes almaya başladı, etrafında dikkatini dağıtacak herhangi bir şey istiyordu, ne olursa. Ağaçlar, bulutlar, güneş? Olmuyordu. Ve yine o güne gitti dehşet içinde.

Yazlık evlerindelerdi yine, annesi ona duş aldırmıştı. O zamanlar oyun oynamaya bayılan Ennis annesinin kıyafet arayışından yararlanıp anadan doğma çıplak halde son hızla kaçmıştı evden. Babasının peşine takılacağını biliyordu ve kovalamaca oynamak istiyordu. "Piç" ve "pislik" kelimelerinin anlamından bihaber kaçmaya başlamıştı babasından. Son hızla koşuyordu, nefes nefeseydi ve kahkahaları hıçkırıklara dönüşüyordu. Babasıyla oynamaktan o kadar keyif alıyordu ki şaşkınlık içinde onu izleyen komşularına poposunu sallamak aklına bile gelmiyordu o anda. Oyun kısa sürmüştü elbette.

Ennis henüz ismini vermediği gündoğumu tepesini çıplak ayaklarının acısına aldırmadan aşmaya başlamışken ne olduğunu anlamadan yere yapışmıştı. Sol kulağı çınlıyordu ama ne olduğunun hala farkında değildi. Kafasını yerden kaldırıp önüne bakınca babasıyla karşılaşmıştı. Sinirden hala seğiren dudaklarından küfürler yağmaya devam eden babasının sözlerinden Ennis sadece tek kelimeyi anlamıştı: terbiyesiz. Henüz üç yaşındaydı.

Bu korkunç anı Ennis'in kafasında tekrar canlanınca, göğüs kafesindeki kütle de sanki elleri ve ayakları olan bir canlıya dönüşmüştü. Hunharca bütün vücudunda dört dönüp Ennis'e acı veriyordu. Her yerine dağılmıştı, kaçış yoktu. Onu kovmaya çalıştı çaresizce, ağladığının farkında bile değildi. "Defol!" diye bağırdı elleriyle kafasını kavrarken, "Lütfen git."

Ama diğeri kararlıydı. Yayıldıkça yayılıyor, vücudunu ele geçirmekle kalmıyordu. Gözleriyle görebileceği yoğun bir dumana dönüşmüştü şimdi. Çevresindeki her şeyi örtmeye başladı. Ennis korkuyla koşmaya başladı. Bastığı her yer giderek bu korkunç dumanla kaplanıyordu. "Yalvarırım yapma!" diye bağırmaya devam etse de kimsenin onu dinlediği yoktu. Kalbinin, içinde bulunduğu dakikanın sonunda 201. kere atmasıyla nefesi kesildi. Durmak zorunda kaldı ama kaçma içgüdüsü devam ediyordu. Buradan kurtulmak zorundaydı, bedeninden sıyrılmalıydı. Ve soyunmaya başladı. Kıyafetlerinden onu öldürmeye çalışan zehirli yılanlarmış gibi aceleyle kurtuldu çabucak. Tıpkı 16 yıl önceki o gün olduğu gibi anadan doğma çıplaktı. Yere yattığında ağlaması daha acınası bir hal almıştı. Toprağa kapanmış, derinden gelen çığlıklarla gözyaşları akıtıyordu. Acı çekiyordu.

Kafasını koparma isteğinin en büyük nedenlerinden biri ortadaydı: bu halde bile düşünmeye devam ediyordu. O eksik şeyi arıyordu yine. Başka bir baba? Başka bir hayat? Başka bir zihin?

Yorulmuştu, kafasını kaldırabileceğine inanmıyordu ama son kez çevresine baktı zorlukla. Yumuşak toprak, ıslak çimenler, çitler. İleride bir şey vardı, buğulu gözlerinden dolayı seçemedi önce ama iyice odaklanınca derin bir nefes aldı. Kafasındaki her şey uçup gitti, geriye tek bir şey, bir anı halinde sorusunun cevabı kalmıştı sadece. Gözlerinin önündeki Suzanne Aislinn'in eviydi, 12 yıldır boş olan evdi. Karanlık bulutların arasından süzülen güneş evi parıldatıyordu. Karanlıkta bir inci gibi duruyordu anılarla dolu ev, tıpkı karmaşık ve üzücü düşüncelerinin arasındaki Suzanne Aislinn gibi. Burnunu çekti ve bir kahkaha koptu dudaklarının arasından, eksik olan şey, anlamını Suzanne Aislinn'den öğrendiği sevgiydi.

Hafif bir baş ağrısı ve gevşemiş kaslar ile çıplak bir şekilde uyuyakaldığında, Suzanne Aislinn'in bir hafta sonra geleceğinden haberi yoktu, o geldikten sonra olacaklardan kimsenin haberi yoktu ve her şeyin sonunda olacaklardan, tanrının bile haberi yoktu.


Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 25, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ennisHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin