Okumaya başladığınız tarihi buraya yazmayı unutmayın.
!!!Bölümler düzenleme aşamasındadır.
Sizleri seviyorum...
HİLAL AY
Üçümüz öylece oturuyorduk kare şeklindeki dörtlü masanın etrafında. Sandalyelerin bir tanesi dışında diğer hepsi doluydu. Zeyn. O yoktu.
Az önce aşağıda Enes'in hemen yanındaydı ama aniden kayboldu. Göz açıp kapatıncaya kadar. Tedirgin olduk, korktuk. Uzunca bir süre arasak ta bulamadık. Pes edip anlaştığımız Yeşilçam Kafeye gelmiştik.
Gerçekten de nasıl oldu hiçbirimiz anlamadık. Gördük onu, Enes'in solundaydı ve aniden kayboldu. Aklımı kaçırmak üzereydim, hepimiz aklımızı kaçırmak üzereydik.
Yağmurlu havanın soğukluğunun yanında sıcacık kafenin cam kenarında dışarıyı seyrediyordum. Onunla daha önce burada salep içmiştik. Siyah kazağı çok yakışmıştı. İlginç biriydi ve şeker gibiydi. Onun yanında olmak güzel hissettiriyordu. Zekâsı ayrı fiziği ayrı aklımı çelmişti ve şimdi bu olay.
Derin ve kesik kesik aldığım nefesimi tekte bırakırken karşımda oturan Enes yumuşak ketenli sandalyeye yayılmış ve boynunu sandalyenin sırt tarafına yaslayıp tavanı seyre dalmıştı. Tuğba ise sağımdaki sandalyedeydi, o da düşünüyordu. Güzel kızmış bu arada. Kıvırcık uzun saçları vardı ama o kadar da kabarık değildi pek tabi yağmurun etkisi göz ardı edilemezdi. Sevimli bir kızmış, Zeyn yine haklıydı. O her zaman haklıydı ama şimdi yoktu.
Onu özlemeye başlamıştım.
''Gelmeyecek çocuklar. Boşuna bekliyoruz?'' Tuğba haklı olabilirdi zira telefonlarımıza dahi cevap vermemişti. İkimize de baktı. Canı sıkın olduğu her halinden belli olsa da ilk kalkan olmak istemiyordu.
''Haklısın, gelmeyecek. Eğer öyle bir şey olsaydı çoktan gelirdi.'' Onu desteklememle bana kesik bir gülümseme bahşettiğinde gözlerindeki endişeyi saklayamıyordu.
''Hayır!'' diyerek aniden sesini yükseltti Enes ve duruşunu bozarak sandalyeye nihayet normal bir şekilde oturmuştu.
Bir erkeğe oranla uzun ama permalı olan saçları ona farklı bir hava katsa da yüzü ayrı bir güzeldi. Temiz ve tüysüz. Kemikli yüzü ki zaten zayıf biriydi: çokta olmasa da.
Kahverengi hareleri titriyordu. Düşündüğü ve anlatmak istediği şeyi tekrar tarttı. Siyah boğazlı kazağı ve boynundaki gümüş ince zincirine baktığımda devam etti, ''bir şey söylemişti. Dakikalardır bunu düşünüyordum. Başta anlamamıştım daha doğrusu duyumsamıştım ama beynimi zorlayınca bir şeyler anlam kazandı. Çocuklar sanırım o, hastaneye gitti,'' ikimize de bakıyordu suç ortağı arar gibi, ''ben de gidiyorum.''''Ne hastanesi?'' diye sordum hemen.
''Yukarıdaki devlet hastanesi,'' ayaklandı ve sandalyeye astığı krem rengi montunu giyerken, ''vakit kaybedemeyiz. Geliyorsanız hadi'' dedi. Elbette gidecektim ve gidecektik.
Hiç düşünmeden kalktık, montlarımızı giyerek hızla aşağıya inen Enes'in peşinden çağırdığı taksiye binerek gittik.
Taksi bizi hastanenin önüne bırakır bırakmaz Enes parayı ödedi ve üçümüz vakit kaybetmeden onu takip ederek hastaneye girdik. Bu havada bile yoğundu. İnsanların arasından geçerken Enes aşırı hızlıydı, ona ulaşmak imkânsız gibi bir şeydi. Danışmanın yanına gidip bir soru sordu üstüne cevabı alıp geliyorken bile biz yolu yeni yarılamıştık, ''Doktor AR bugün buraya gelmemiş.'' Düşünüyordu ve sağ eli belindeydi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜMÜŞ KAN
Teen Fictionİnanılan o ki Tanrılar yeryüzünü korumaları için muhafızlar yaratmış. İnsan ırkının ilk muhafızının soyundan gelenler uzun ama çok uzun yıllar yeryüzünü koruma görevini hakkıyla yerine getirdiler. Ta ki Küçük Kıyamet'e kadar. Kimsenin aklının almadı...