*Tanışma*

12 2 2
                                    

Multide: Chan Young var. Hikayemizin Koreden gelen kahramanı! 😄😄

Lise sonduk, açıkçası küçüklüğümü özlemiştim çünkü ne dert vardı ne tasa. Hiçbir şeyi kendimize dert edinmiyorduk. Dert edindiğimiz tek şey oyuncaklar, baba ve anne sevgisi, abi ya da kardeşlerimize karşı komik kıskançlıklar...

Okul bugün açılıyordu ve ben zar zor ayrılabildim sevgili yatağımdan. Münü teyze gelip "hadi İlkim kahvaltı hazır kızım. Masaya gel hadi" acaba Berk abi burda mıydı? Onunla kahvaltı etmek istiyordum. "Münü teyze, Berk abi burda mı?" Bana tebessüm edip, başını salladı. Berk abi Münü - aslında adı Münevver- teyze'nin oğluydu. "Berk abiyle kahvaltı yapabilir miyim Münü teyze?" diye sordum. "İlkim, kızım ben kahvaltı yapın, gezin tozun çok isterim fakat annen biliyorsun ki Berk'le konuşmana çok kızıyor. Ama çok istiyorsan arkadaşımla buluşacağım diyip çık. Berkte birazdan çıkar" birden çok sevindim. "Çok teşekkür ederim Münü'm." diyip yanağına sulu bir öpücük bıraktım o da 'hadi hazırlan' diyip çıktı. Hemen okul kıyafetlerimi çıkarıp üstüme geçirdim. Kolejde okuduğum için makyaj serbestti, ben de bir eyeliner çekip, kahverengi mocha rujumu sürdüm, rimelimi de sürünce hazırdım. Hemen aşağı inip annemlere arkadaşlarımla buluşacağımı söyleyip, dünden hazırlayıp portmantoya astığım çantamı alıp çıktım. Bahçenin dış kapısından çıkar çıkmaz Berk abiyle çarpıştım, "günaydın prenses" derince gülümseyip "günaydın üniversiteli" dedim. "Hadi o zaman gidelim kahvaltımızı edelim. Sonrada seni okula bırakayım olur mu?" 'olur' anlamında kafa sallayıp ana caddeye doğru yürümeye başladık.

Kahvaltı için bir kafeye gelmiştik, açık büfe vardı ve biz ne varsa tabağımıza doldurup, masamızda afiyetle yiyorduk. "Söyle bakalım prenses, bu süs ne için?" utançla başımı eğip "sadece bugünlük farklı olmak istemiştim" dedim kısık sesimle. "Takılıyorum sadece, ayrıca makyajla daha çekici olmuşsun. Tam liseli ergen tipi" dedi kahkaha atarak "ya Berk abi ya!" diye hafifçe çemkirdim ona, "tamam tamam sustum. Sen burda bekle ben bir kasaya gidip yediğimiz onca şeyi ödeyeyim" dedi. Kafamı sallayıp onu kasaya kadar takip ettim. Gerçekten çok yakışıklıydı, benden sadece 2 yaş büyüktü. Ondan hoşlanabilirdim ama küçüklüğümden beri öz abim gibi olmuştu. O yüzden sadece abi olarak görüyordum. Abim vardı, yani öz abim vardı ama çok ilgili değildi. Zaten 18 yaşından beri Barcelona'daydı, şimdi 22 yaşında ve ben 18 yaşındayım. Neredeyse 4 yıldır beni arayıp sormuyordu. Annemi arardı, babamı arardı ama beni aramazdı, bu çok kırıcıydı. Neyse ki Berk abi vardı. Abimden daha çok abim olduğunu hissettiriyordu. "Heeeey! İlkim! Dünyada mısın?" düşüncelerimden sıyrılıp abime baktım. "Çok özür dilerim. Dalmışım..." 'dalmışım' kelimesini o kadar kısık söylemiştim ki duydu mu onu bile bilmiyorum. "Yine Meriç'i -öz abim- düşünüyorsun değil mi?" kafamı aşağı yukarı salladım. Kolumdan tutup beni kendine çekti ve sarıldı. "Beni neden aramıyor abi? Beni neden sevmiyor?" diye sordum sesim çatlak çıkıyordu. Bu ağlayacağımın bir göstergesiydi. "İlkim, sakın ağlama. Ben yanındayım abicim" daha sıkı sarıldım ve bir iki saniye sonra ayrıldım. "Okula geç kalmayayım ben" dedim hâlâ kısık çıkan sesimle. O da kafasını sallayıp çenesiyle kapıyı işaret etti...

Abimle beraber durağa yürüyüp minibüs bekledik. Tamı tamına 2 dakika sonra minibüs gelmişti. Abim beni bindirip, kendisi mavi minibüsü beklemeye başladı. Çantamdan cüzdanımı çıkartayım derken, minibüsün ani freniyle çantam önde oturan çocuğun kafasına geldi. Şaşkınlıktan elimi hızla ağzıma kapatıp öne doğru ilerledim. "Omo, çok çok özür dilerim" çocuk kaşlarını çatıp "kızım sen Koreli misin? Omo nedir salak" dedi. Ah! Şuna bakın ne kadar egoist. "Asıl salak diye sana derler tamam mı?" o da sırıtıp kaşar kızlar gibi "tımam" dedi. Suratımı buruşturup yere düşen çantamı aldım ve cüzdanımdan parayı çıkartıp şoföre uzattım. Çocuk ayağa kalkıp "hadi hadi geç otur. Acıdım" dedi. Muşmula surat, egoist salak! Tam oturacakken minibüs durdu ve çocuk aşağı indi. Bir dakika bu bizim okulun yolu. Şoföre "durun durun" diye bağırıp bende indim ve koşarak çocuğun peşinden gittim. Aynı anda okul kapısından girince çok şaşırmıştım.
Bir kaç adım attıktan sonra gözlerimle etrafı taradım. Hemen kantinin yanında Chan Young vardı. Evet kendisi Kore'den geldi, babasının işi yüzünden burda ki şirketlere kendisi bakıyordu. "Chan Young!" diye seslendim. Bu arada işleri için Türkçe öğrenmişti, ben yardım etmiştim ve o da karşılık olarak Korece öğretmeye çalışmıştı. Evet sadece çalışmıştı çünkü öğrenememiştim. "İlkim, nasılsın? Tatilde ne güzel Antalya'ya gittik. Orası çok güzeldi. Sömestır tatilinde de Bursa'ya mı gitsek? Herkes orayı çok övüyor" onun bu haline kahkaha atıp konuşmaya başladım. "Olur olur, gideriz. Ama bir şartla." Diyip ona şart koştum. "Tabii, şartınızı öğrenebilir miyim Madam?" kıkırdayıp şartımı söyledim. "Sende beni Kore'ye götüreceksin" bu sefer kahkaha atan o olmuştu. Bu kahkahanın yalandan olduğu her halinden belliydi. Zaten biraz sonra ciddileşerek "ben oradan kurtulmak için, bu şirketi bahane ederek kaçtım ve sen bunu bilerek bana, oraya gidelim diyorsun? Çok komiksin İlkim" dedi ve okul binasından içeri girdi. "İlkim, Berk'le geldiğini duydum?" ne zaman yanıma geldiğini bile bilmediğim Mısra'nın bu sorusu karşısında oldukça şaşırmıştım. "Sen gidip Chan Young'una baksana" dedim hızlıca. Chan Young ile Mısra çıkıyordu. Bizim sınıfın hepsinin çıktığı biri vardı zaten. Sadece benim yoktu ve o yüzden pencere kenarında 2. sırada yani 'sapsız' sırasında oturuyordum. "İlkim Chan Young bana koreden 'kâbus-rüya kapanı getirtecekmiş biliyor musun? Çok tatlı bir sevgilim var yaa" dedi sevinçle. Bu haliyle çok tatlıydı...

Ders Edebiyat'tı ve konumuz tiyatro'ydu. Çok sıkılmıştım çünkü sürekli yazı yazıyorduk. "Tamam çocuklar konumuz sonunda bitti. Zilin çalmasına 5 dakika kalmış. Bu yüzden serbestsiniz" dedi ve bizde rahat bir nefes aldık. Bu sırada sınıfımızın kapısı çalmıştı ve içeri bir çocuk girdi. Omg! Bu minibüste ki çocuktu! Yaklaşıp öğretmenimizin kulağına bir şeyler söyledikten sonra Edebiyatçımız "pencere kenarı ikinci sıraya oturabilirsin" dedi. Ne yani benim yanıma mı oturacaktı? Oturmadan önce "ben Burak Ateş, Bilim Kolejinden geliyorum" dedi ve oturdu. Sonra bana dönüp "adını söyle" insan bir 'ismin ne?' diye sorar ama bu camış resmen emretti. "Sanane benim adımdan. Kaba insan" diye homurdanıp ayağa kalktım ve hocadan izin isteyip dışarı çıktım. Ben çıktıktan sonra zil çalmıştı zaten. Kantine gidip oturdum, kantin dediğime bakmayın çok geniş bir kafe gibi'dir. Bir kaç dakika sonra Ekin ve Ekim, Derin ve Deniz(Deniz ve Ekim erkek) Chan Young ve Mısra gelip yanıma oturdular. "İlkim, Burak yani şu yeni gelen, sana kötü bir şey mi dedi? Dediyse dövebiliriz, sen iste yeter ki" diyen Ekim'e bakıp "hayır sadece okula gelirken... Aynı minibüsteydik, bir kaç olay yaşadık. Ondan sinir oldum ona" dedim. Onlarda söylemeyeceğimi bildikleri için kafalarını salladılar. Deniz gidip hepimize soğuk Ice Tea alıp geldi ve keyifle içip sohbet ettik. Tabii bu güzel sohbetimiz içeri zilinin çalmasıyla sonlandı ama olsundu. Çıkışta kafe'ye gidip konuşabilirdik.

Hepimiz kantinden çıkıp sınıfa doğru yürümeye başladık. Çiftlerimiz önden gidiyordu. Birden ayağım kayıp düşünce koridordaki herkes kıkır kıkır gülmeye başladı. Ben ise şaşkın şaşkın etrafıma bakarken Chan Young, Burak'a yumruğunu geçirdi. Yere bakıp yerdekinin yağ olduğunu görünce çok sinirlenmiştim. Ama olgun davranarak Chan Young'un bir yumruk daha atmasını önleyerek onu bizimkilerin yanına çektim. Ekin ise yanıma gelip "hadi İlkim biz senin üstünü değiştirelim" zaten bugün okul eteğimi giymiştim. Dolabımda okulun üniformasından vardı sadece şortlu takımdı. Dolabımdan şortu alıp birlikte lavaboya girdik. Tuvaletlerden birine girip kapıyı kapattım. Şortu tuvalette ki askılıklardan birine asıp eteği çıkarıp şortu giyindim. Neyse ki sadece eteğim yağ olmuştu ayaklarıma veya üstüme bulaşmamıştı.

"İlkim, sadece minibüste yaşadığınız olaydan ötürü Burağın böyle davranması normal mi?" dudak büküp "arsız biriyse normal bebeğim" dedim. "Biliyorsun ki bizim okulda böyle çocuklar çok ama hiçbiri Burak gibi değil. Yani demek istediğim okula geldikleri ilk günden haylazlığa başlamıyorlardı" kafamı sallayıp "haklısın ama ona gidipte 'niye okulun ilk günü haylazlık yapıyorsun?' diyemeyiz" o da başını sallayıp lavabodan çıktı. Bende arkasından çıktım ve koridorda yürümeye başladık. "İlkim o bir de senin yanında oturuyor. Şimdi içeri girince ona sürekli gülümse moralinin bozulduğunu anlamasın" "haklısın. Öyle yaparım" dedim ve sınıfın kapısını çalarak içeri girdik. Burak sırıtarak bana bakıyordu bende ona 'beni üzemezsin' gülüşlerimden gönderdim ve suratı kızardı! Evet suratı sinirden kızardı!

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 16, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

SONSUZ GÜÇHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin