Yağmur damlaları, hızlanıyor. Tak, tak, tak. Sağanak güçleniyor. Yıldırımlar, gök gürültüleri, sesler. Çığlıklar. Çürütüyor, kulaklarımı. Burası simsiyah. Karanlık. Kapkaranlık. Bütün zihinleri kemirecek kadar. Karanlık. Varlığı yok edecek kadar. Göremiyorum. Sesler duyuyorum. Sesler. Tik, tak. Tik, tak.
Önümde bir saat beliriveriyor. Eski bir saat, fazla büyük. Saat 23.59 ve saniyeler olması gerekenden büyük bir hızla gece yarısına yaklaşıyor. Otuz, kırk, elli, elli dokuz. 00.00 oldu. Yeni gün.
Saat çıldırmış bir hızla ilerliyor. Birkaç saniye içinde 01.00 oluyor, iki, beş, sekiz.
Hızla ilerleyen saatin üstünde bir çift göz beliriyor. Bana bakıyorlar. Gözlerdeki gizem beni ürpertiyor. O sırada bilinmezliğin kuytu köşelerinden bir ses yükseliyor:
"Tik, tak. Tik, tak."
***
Kız yataktan dehşetle fırlıyor. Korkuyla etrafına bakarken acıyla yutkunuyor. Boğazı hareketlenirken boncuk boncuk terleri bedeninden süzülüyor. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyor. Korkmuş, fazlasıyla. Gördüğü kâbus gözlerindeki muslukları açmış olmalı, birkaç damla teninde ıslak izler bırakarak kayboluyor.
Genç kızın beyninde dolanan tonlarca kötü düşünce cirit atıyor âdeta. Dudakları rengini kaybetmiş, yerini beyaza sürüklüyor. Gözlerinden birkaç yaş kendini özgür bırakıp, genç kızın yanaklarından çenesine doğru uzun bir yolculuğa çıkıyor.
Ekim, bakışlarını pencereye çeviriyor. Gözlerinden yansıyan manzara eşsiz görünüyor. Dalganın kumlara sürtüşünü izliyor birkaç defa, kulaklarında çınlıyor sesi. Ay ışığının sessiz fısıldayışlarını dinliyor. Onlara kapılıyor. Üstüne yağmur yağan bir hayalet gibi titriyor.
Etrafı kara ve kasvet dolu bulutlar kaplıyor. Etrafı sararken bütün karanlıklarına rağmen ayın gölgesinde kalıyorlar. Hilal ise tüm parlaklığıyla kendisini gösteriyor. Etrafı aydınlatıyor. Islık çalıyor kuşlar, neşe saçıyor ve kulakları şenlendiriyolar ama Ekim'in kulakları hiç de şenlenmiyor.
Sağ tarafına dönüp komodinin üstüneki telefonunu aldığında üzerindeki rakamlara göz gezdiriyor, 05.17.
Güneş daha kendini göstermiyor, sanki saklambaç oynuyor. Hava yavaş yavaş aydınlanıyor. Ve gök üstüne kocaman turuncu bir leke bulunan dev bir tuvale dönüyor.
Fakat Ekim hâlâ kabusunun etkisinde.
Telefonunu komidinin üzerine geri bırakıyor, okuduğu kitabını eline alıyor. Adıysa 'Sır Perdesi'. Bilgisayar korsanlığıyla uğraşan bir genci anlatıyor. Ekim bu tarz kitaplara daima meraklıydı.
Kitabın üç yüzlü sayfalarında kapağı kapatıyor. Okuduğu bir söz ise onu epey etkiliyor.
"Zaman, öyle bir kavramdır ki; tanımlamak isteseniz bile diyeceğiniz tek şey 'Zaman,' demek olur."
Saate göz atıyor, 5.36. Garipsiyor, saatler geçmiş gibi hissettiriyordu oysa;ki. Kitabı komodinin üzerine bırakıyor ve yatış pozisyonuna geçiyor.
Duvar saatinin sesini dinliyor, tik tak, tik tak. Aradaki boşluğa odaklanıyor. Sanki arada bir saniye değil de, saliseler varmış gibi hissediyor. Afallıyor. Tüyleri diken diken oluyor ve başını yastığa gömüyor.
Tavanı izlerken uyumak istese de tekrar kâbus görmekten korkuyor. Sonunda tik tak sesleri eşliğinde uykuya dalıyor.
Burası kırık saatlerin camları üzerinde, yelkovan ile akrep arasındaki topraklara kurulu bir şehir. Parolayı unutma: Tik, tak. Tik, tak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zaman Çarkları
FantasíaZaman, öyle olağanüstü bir kavramdır ki; eğer tanıtmaya çalışırsak diyebileceğimiz tek şey "zaman" sözcüğü olacaktır. Peki ya zaman, kişiye göre değişebilir mi? Zamana hükmedebilen, kendi dünyasına hükmedebilir mi? Zaman çarkları, onun elinde durabi...