Başlama Tarihi: 23 Temmuz 2016 - Cumartesi
Erika Linder: Görkem Atmaca
Lily Collins: Aslı Zenli"Doğum günün kutlu olsun!"
"Nice senelere, canım."
"Kuru pastadan yedin mi? Bardaklar peçeteliğin hemen yanın- Ne? Ha, evet, doğum günün kutlu olsun, Aslıcığım. Bizimle birlikte nice mutlu yıllara. Ekrem mutfaktan biraz daha buz getirebilir misin, hayatım?"
"Artık bir yılın daha göçüp gitti. Bu yaştan sonra saymaya başlıyorsun, benden söylemesi. Ne? Sanki kötü bir şey söyledik. Bilsin, çocuk."
"Kanka sana bir "heppi börtdey" şarkısı açardım şimdi ama malum kişi hafiften renk değiştirmeye başladı. Kanima'ya dönüşürse, en yakın pencereden kaçarım ha!"
Kulaklarımdaki uğultu tebrik töreninin başlamasıyla artmıştı. Annemin son ses açtığı müzik insanları eğlenmeleri için zorlarken, babamın oradan oraya koşturması da müzik eşliğinde beynimi zorluyordu. Gözlerim insanların gözlerini takip etmekte zorlanırken bana uzanan bütün elleri tebrikler eşliğinde sıkıyor, sıkamadıklarımı ise boşverme lüksünü iki eliyle birlikte saldıranlar elimden alıyordu.
Bütün bu hengamenin içinde iki güçlü el beni belimden tutarak kendine çekti. Kendimi kastığımı karnımda dolaşan parmaklar sayesinde anladığımda rahatlamanın eşiğindeydim. Arkamdaki bedenin sıcak sözleri kulağıma eğildiğinde yüzümde mutlu bir ifade oluştu.
"Bir yıl daha gitti desene..."
Sevildiğini anlayan kedi misali bir mırıltı dudaklarımda serbest kalırken güçlü eller beni etrafımda döndürdü ve koyu kahveler gözlerimi esir aldı. Bir eli sıkıca belimde dururken diğer eli gözümün önüne düşmüş bir saç tutamını kulağımın arkasına doğru taradı. Gülümsemesi kirli sakallarının altında belirdi.
"Bu gözlerle bir yıl daha."
"Beni şımartıyorsun. Böyle yapmaya devam edersen bir dahaki doğum günümde pastanın katlarını hesaplaması için bir muhasebeci tutarsın, ona göre."
Boynunu hafifçe arkaya atıp güldüğündeki görüntüde birkaç saniye oyalandım. Adem elmasının üzerindeki ufak sakal birikintisinde gözlerim takılırken, boynunun aşağısındaki köprücük kemiği fazla davetkar göründü o an gözüme. İnsan yaşlandıkça daha mı azıtıyordu sanki?
Salih'den annemin itirazlarıyla kendimi zorla ayırırken annemin davet etmiş olduğu akrabalarımın ve arkadaşlarımın yanına doğru ilerledim. Onların hakkında konuştuğu küçüklüğümdeki birkaç anı kahkahalara boğulmama sebep olduğunda, gözüme takılan yarısı yenmiş pastanın üzerindeki pembe on dokuz yazısı yüzümde bir tebessüm yarattı.
Daha sekiz yaşımdayken, babamın eve aldığı tüplü bilgisayarın başından ayrılmadığım zamanlarda hayata dair merak ettiğim her şeyi ona sorardım. Oyuncakların nasıl yapıldığını, yuvarlak şeylerin adı "top" olduğunda sektiği ama olmadığında neden sekmediğini, neden bütün insanların "annen seni karnında taşıdığında..." diye cümlelere başlayıp da "baban seni karnında taşıdığında..." diye cümleler kurmadığını, evimizdeki tuvalet kapaklarının neden sürekli kaldırıldığını. Bütün gün aklıma gelen her şeyi oraya yazıp cevap beklerdim. O kutu benim çılgın sorularımı ebeveyinlerimden daha çok yanıtladığı için başından kaldırana bin şükürdü.
Ama en çok merak ettiğim bir soru vardı ki cevabı benim dört köşeli arkadaşımda bile bulunmuyordu. Anneme sorduğumda cevaplanmıyor, babama sorduğumda ise yüksek sesli bir kahkahadan ve birkaç gazete hışırtısından başka bir şey elime geçmiyordu.