Tony Stark camla kaplı duvardan New York'un ışıklarını izlerken elindeki bardağı kaç dakikadır tuttuğundan emin değildi. Aslında son iki gündür kendisiyle ilgili hiçbir şeyden emin değildi. Herhangi bir şey hissetmesine engel olan içindeki boşluk hariç.
Boşluk... Tony'nin duymadığı terimlerden değildi. Özellikle dramatik filmler izlediğinizde veya bir dizide dramatik sahneye sıra geldiğinde 'içimdeki boşluk' birçok replikte yer alabilirdi. Kimisi bunu kaybettiği insanlar için söylüyordu, beraberinde bir şeyler götüren insanlar. Ve bazısı da hayal kırıklığına uğradığında. On saniyesini kendi içindeki boşluğun neyden kaynaklandığını düşünmeye adadı. Böyle bir kavramı neden hayatına şimdi soktuğuna, neden boşluk dediğine..
Düşünmesine, hissetmesine engel olan bir şeyler vardı. Sanki canı acıyacaktı da o boşluk acıyı da içine çekip onu öylece ortada bırakıyor gibiydi. Ağlamak istiyordu ama ağlamasını gerektirecek bir şey düşünemiyordu. Boşluktaydı. Evet, içinde boşluk yoktu, o boşluktaydı.
Gözlerini kapattı. "Bunlar senin yüzünden." demek istediği biri vardı. Bağırmak istediği biri vardı. Mümkünse parçalamak istediği biri vardı.
"Biliyorum..."
Cevap öz ve net olsa da, Tony'nin içini titretmeye yetti. Biliyordu. Elbette biliyordu. Yüzündeki o sakin, hüzünlü gülümseme, her zaman attığı şefkatli bakış, kelimeleri gerektirmeyen ifadesi... Adeta bir çok iyilik yapıp cennete giren kullarını kollarını açarak kucaklayan bir Tanrı gibi. 'Hataların var ama özünde iyi bir insansın ve ben senin içindeki iyilikleri görebiliyorum. ' cümlesi gibi..
Tony Stark arkasını dönüp bakmadı ama bilmesi gereken bir şey varsa artık Steve'in o bakışı atmayacağı olurdu.
Ne olduğunu düşünmek istedi. Ne uğruna bunu kaybettiğini, şu an hangi noktada olduğunu, hedefinin ne olduğunu veya hedefine ne kadar yaklaştığını, bunun ne zaman biteceğini, nasıl biteceğini ve bittiğinde ne olacağını düşünmek istedi.
Düşüncelerini toparlayamıyordu. Belli bir yaştan sonra konuşma yetisini kaybetmiş biri gibiydi. Ve karşısındakine derdini anlatmaya çalıyordu. Kelimeler aklındaydı, basitti, her gün yaptığı şeydi ve şimdi dile getiremiyordu.
" Bu bir savaş Tony."
Steve Rogers, Tony Stark'ı anlama konusunda oldukça iyiydi. Bir zamanlar.
"Seni artık tanıyamıyorum."
Böyle demişti, değil mi? Ve yüzünde lanet olası bir hayal kırıklığı bile yoktu. Şaşkınlık veya inanamazlık. Hiçbir şey.
Tony onun yüzünde hayal kırıklığını gördüğü zamanı hatırlıyordu. Kendisi insanları hayal kırıklığına uğrama konusunda eşsiz biriydi ve Steve'i hayal kırıklığına uğrattığında bunun kendi canını çok yaktığını düşünmüştü. Herhalde Steve kendisine daha kötü bakamazdı.
Öyle sandığı zamanlardı. Eskiden... Bir zamanlar. Ya da kelimelerle daha ne kadar dramatize etmek isterseniz. Özetle, yanılmıştı.
Steve o cümleyi kurduktan sonra hiç tanımadığı birine atabileceği ifadesiz, boş bir bakış atmıştı. Sanki, Tony'nin nasıl biri olduğu hakkında bir fikri yoktu. Birbirlerini bilmiyorlardı, iyi ya da kötü biriydi, sakin veya telaşlı, belki hırslı belki... Bencil. Sanki o an Steve'in hiçbir fikri yoktu. Sadece iki adım geri atmış, ardından da dönüp gitmişti.
Tony Stark tam on sekiz dakika tek bir harekette bulunmadan orada öylece beklemişti. Adım seslerini duyuyordu. Steve eşyalarını topluyordu. Belki de sadece haberi olmadan yeri değişen kalkanını arıyordu. Tony bilmiyordu ve öğrenmek istemiyordu. Durdurmak için en ufak bir harekette bulunmadı ama buna hiç pişman da olmadı. Çünkü Steve gidecekti. Sadece... gidecekti. Onu o an kimse durduramazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Civil War (STONY - SUPERFAMILY)
FanfictionHer şeyin bir bedeli vardı ve herkes bu bedeli ödeyecekti. (One-Shot) (Filmden bağımsız) ***Ben bu hikayeyi yazdigimda filmden haberim yoktu, sadece ismi aciklanmisti galiba, Age of Ultron'un cekimleri bile baslamamisti. Cizgi romandan bildiklerimle...