*Şak*
Ses koridorda yankılandığında artık herkes onlara bakıyordu. Simonun canı yanmış olmalıydı. Lucy’nin nefret dolu mavi gözlerine şaşkınlıkla bakıyordu .Lucy, ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Ama o güçlüydü. Şimdi ağlayamazdı. Ağlamamalıydı. Simon’a gözyaşlarını göstermemek istercesine topukları üzerinde arkasına döndü. Herşey ona ağır çekimde gibi geliyordu. Ona bakan yüzlerce göz fısıldaşan kızlar,gülüşen kızlar, olayın şokunu atlatamamış kızlar... Ortamla uyumlu olarak ağır çekimde koşmaya başladı. Bunların olduğuna bir türlü inanamıyordu.
“Dur! Lucy!” Simon Lucy’ nin arkasında koşmak için bir adım atmıştıki omzunda bir el hissetti. Arkasını döndü. Avery ona “Yapma...” diyordu. Ciddi miydi bu kız? “Bırak beni Avery.” Diye hiddetle bağırdı Simon. Omzunu sirkeleyerek Avery’nin elinden kurtuldu. Avery ise ona gülerek bakıyordu ama gizlemeye çalıştığı üzgünlüğünü ela gözünden akan bir damla yaş ele vermişti. “Görmüyor musun neler olduğunu? Nasıl bu kadar yüzsüz olabiliyorsun?” diye Avery’nin üstüne üstüne yürüyordu Simon şimdi. Avery’nin korktuğu her halinden belliydi. “Ama... Biz...” diye kekeleyebildi üstüne doğru gelen gri renk bir çift gözün altında. Simon durdu. Gülüyordu, sinirden.
“BİZ Mİ? BİZ DİYE BİR ŞEY YOK AVERY. ASLA DA OLMADI. BUNU O KÜÇÜK AKLINA SOK, TAMAM MI?”
Avery’yi orada öylece bırakıp Lucy’nin arkasından koştu.
Bunu bana nasıl yapabildi? Diye düşündü Lucy. Telefonu çalıyordu.Bakmak istemiyordu. Tek istediği o bankta oturup ağlamak,ağlamak ve ağlamaktı. Ama telefonu ısrarla çalıyordu. Sonunda dayanamayıp sinirle beyaz BlackBerry’sini kolçantasından çıkardı.
Simon.
Açacağını mı sanıyordu bu çocuk? Telefonunu meşgule attı. Tekrar aradı, ve tekrar tekrar tekrar... Lucy, sinirlenmişti. Telefonu sinirleaçtı ve Simon’un tek kelime etmesine izin vermeden parkın ortasında bağırmaya başladı.
“Bana bak Simon. Artık ne seni ne de o Avery hainini görmek istemiyorum, anlıyor musun beni? Sakın bir daha arama yüzsüzlüğünü gösterme. Beni bulamayacağın bir yerdeyim. Eve gidip de Sofia’yı endişelendirme. Haydi,kapat telefonu şimdi. Sevgilin Avery arkandan ağlıyordur.”
Lucy’nin sinirli olduğunu ve ağladığını anlamıştı Simon. Bu sözlerde neydi şimdi? “Lucy!..” dediğinde Lucy çoktan telefonu kapatıp gözyaşlarına boğulmuştu bile. Okulun büyük kapısının önünde öylece kalakaldı Simon. Yapacak tek bir şey, gidecek tek bir yer vardı...
Lucy, ellerini yüzüne koymuş ağlamaya devam ediyordu. Neden ağlıyordu ki? Değer miydi? Ama gözyaşlarına hakim olamıyordu. İhanete uğramıştı. Aldatılmıştı. Parkın ortasında hıçkıra hıçkıra ağlarken köpeğini gezdiren yaşlı hanım ona dikkatlice bakmıştı. Sarsılan omzunda bir el hissettiğinde irkildi Lucy. Başını kaldırıp baktığında tatlı bir yüz ile karşılaştı. Bu yüz, ona bakan yaşlı kadına aitti. Belki de Lucy her okul çıkışı Simon ile bu parka geldiğinde bu yaşlı kadın onlara sevgiyle bakıyor ve eski gençlik yıllarını hatırlıyordu. Lucy, kızarmış gözlerini ondan kaçırmaya çalışarak dili dışarıdaki köpeğe baktı. Ama yaşlı hanım, Lucy’nin çenesinden tutup nazik bir hareketle yüzünü ona çevirdi. Şimdi Lucy, zamanın iyi davrandığı bu tatlı hanıma bakıyordu.Küçük kahverengi gözleri ve kahverengi saçları vardı. Yüzündeki kırışklıklardan en az 55 yaşında olduğu anlaşılıyordu küçük tatlı hanımın. “Ağlama kızım.” Dedi kadın. Lucy, ağlamayı kesmiş, hıçkırıklar arasında bu yaşlı kadını dinlemekteydi. Yaşlı kadının kahverengi gözleri de dolmuştu şimdi. “Değmez...” diyebildi kadın sonunda. Lucy’nin söyleyecek hiçbirşeyi yoktu. Tek kelime bile. Gerçi yaşlı kadın da ne demesi gerektiğini bilmiyordu ya. Bu kızın uzun sarı saçlarını çok beğeniyordu. Gençliğinde hep uzun sarı saçlar hayal etmişti. Her öğleden sonra uzun boylu genç ile birlikte görüyordu bu küçük kızı. Mavi gözleri parlıyoru mutluluktan. Ama şimdi o mavi gözlerdeki mutluluğun yerini ihanete uğramış birinin gözyaşları almıştı. “Sen güzel bir genç kızsın. Ağla, ağla dök içini. Ama bir erkek için ağlama asla. Seni seven bir erkek,seni ağlatmazdı.” Dedi ve kalktı yaşlı kadın. Lucy arkasından bakakaldı. Haklıydı.
Değer miydi? Hayır.
Onu sevseydi böyle ağlatır mıydı? Hayır.
Ayağa kalkttı ve parkta dolaşmaya başladı. Önceden buralarda Simon ile el ele gezerdi. Hayır hayır,artık onu düşünmemeliydi. Telefonu kot pantolonun cebinde titriyordu. Ama umurunda değildi. Kimseyle konuşmak istemiyordu. Büyük söğüt ağacının altına gelince durdu. Neden buraya gelmişti? Hızlıca geçip gitmek varken neden burada durmuştu ki? Yeniden yürümeyi denedi ama ayakları izin vermiyordu. Burası, belki de bu yıl içerisinde en mutlu olduğu yerdi.
Burası Simon ile tanıştığı yerdi.
Ağacın altındaki eski banka oturdu ve gözlerini kapadı. Onu düşünmemeliydi, ondan nefret ediyordu. Ama kalbine söz geçiremiyordu. Garip bir sıcaklıkla uyandı, sanki birisi... “Lucy.” Bu onun sesiydi. Hayal görüp görmediğini anlamak için büyük mavi gözlerini kırpıştırdı. Evet, Simon oradaydı. Hemen ayağa kalktı ve hızla oradan uzaklaştı. Ne dediğini duymuyordu bile. Kulakları delirmişçesine uğulduyordu. Simon onu kollarından tuttuğu gibi yakaladı ve kendine çevirdi. Lucy, ağlamak istemiyordu. Ama geç kalmıştı.İçine atmaya çalıştığı göz yaşları büyük mavi gözlerinden taşıyordu. Simon, Lucy’nin yeniden dolan gözlerine baktı. Bu gözlere tam bu şekilde bakmıştı bir yıl önce. Ama tek bir fark vardı, yanakları nemli değildi bu tatlı yüzün. “Özür dilerim.” Diye mırıldandı Simon. Lucy, kollarından kurtulmaya çalıştı ama olmuyordu. “Özür dileme benden. Affetmiyorum seni. Yüzünü görmek istemedim, ama kalkıp buraya geldin. ...Onları bana yaptıktan sonra...” Son cümle, boğazına takılı kalmıştı. Simon hiddetle onun kollarını bıraktı. “ANLAMIYORSUN! Ben seni seviyordum. Ama o lanet şeytan geldi. O gece...”
Lucy onu dinlemiyordu. Sadece yere bakıyordu. Birden bakışlarını Simon’un sert bakışlı gri gözlerine çevirdi. “Biliyorum alkollüydünüz. Ah evet, istemeden oldu herşey. Ve ondan sonraki hafta da ben yokken onunla istemeden çıktın. Ama sürpriz! Siz evde gülüşerek Playstation oynarken anahtarının bende olması avantası ile ben geldim.Planlarınız bozuldu,değil mi? Ah bir de okulda gelip seni öpüyor! O Avery’ye de söyle artık o benim en yakın arkadaşım değil .Hiçbiriniz arkadaşım değilsiniz. Ondan nefret ediyorum. Senden de nefr....” Lucy, bunu söyleyemezdi işte. Simon’dan nefret etmiyordu. Etse buraya gelmezdi, burda ağlamazdı. Simon ona bakıyordu. “Söylesene Luciana. Benden nefret ettiğini söyle ve bende çekip gideyim buradan.” Lucy, çok sinirlenmişti. Kimse ona iki yıldan beri Luciana dememişti. Ama tabii sinirlenmesnin arkasında yatan tek neden bu değildi. “Senden nefret edemiyorum işte! Ben hala seni seviyorum! Ama bu artık hiçbirşeyi değiştirmez. BİTTİ! Seni terk ediyorum...” Arkasını dönüp koştu Lucy. Terk ediyorum mu demişti? Zaten Lucy, terk edilmemiş miydi? Ne kadar da aptalım. Diye düşündü Lucy. Koşarken yere düşen sonbahar yaprakları çıtırdıyordu. Simon ‘un arkasından gelmemesini diledi. Geleceğini umuyordu ama hiçbir ses veya hareket yoktu. Simon orada öylece durup bu hatayı nasıl yapabildiğini anlamaya çalışıyordu. Onun bu derin düşünceleri arasında Lucy, akşamın sisine karışmıştı bile....
-BÖLÜM 1 SONU-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Daydreamer
Teen Fiction"Herşey hayal kurmakla başlar." Lucy Morgan'ın hayali mutlu bir hayattı. Hayalini ona yaşatacağını düşündüğü kişi ise Simon Grey. Ama bazı hayallerin başlamadan bittiğini bilir herkes. Lucy Morgan'ın hayali ise onlardan biriydi işte. Ama hayallleri...