Zhang Yixing, yıllardır en yakın arkadaşı ve birkaç gün sonra hayatının aşkı olduğunu anlayacağı Kim Jongin'in çıplak ayaklarını yerden birkaç karış yukarda hafif hafif sallanırken gördüğünde, saatlerdir bardaktan boşanırcasına yağan yağmur hafiflemiş, kocaman damlalar yerlerini ince serpintilere bırakmıştı.
Aslında bunun olacağını içten içe biliyordu genç adam, ama zihninin öyle karanlık, öyle gizli köşelerine saklamıştı ki endişelerini, oradan sürüne sürüne çıktıklarında sanki aklının ucundan bile geçmemişler gibi şaşırmıştı. Fakat olan olmuştu ve terastaki gecenin sabahında, paylaştıkları şarap ve gözyaşı kokan öpücüğü hatırlamadığı yalanını söylediği için ne kadar pişman olduğunun bir önemi kalmamıştı. Ve önceki gece ne olduğunu hatırlamadığını iddia ettiği tüm sabahlar da anlamlarını öylece kaybetmişti.
***
"Sahiden de hatırlamıyorum, Jongin," dedi Yixing buzdolabını kapatıp bardağına süt doldururken. Mutfağın ağzında çaprazladığı kolları, çattığı kaşları ve büzdüğü dudaklarıyla onu izlediğini gözünün ucuyla gördüğü esmere bakmayı reddederek sütü yerine koydu.
"Son kez soruyorum, en son benim yıldızlar hakkında bir şeyler zırvaladığımı hatırladığına emin misin? Ne söylediğimi de hatırlamıyorsun yani öyle mi?"
"Neden işleri kolaylaştırıp neyi hatırlamam gerektiğini söylemiyorsun? İçtiğimde hafızamı dakikada bir sildiğimi unutup duruyor gibisin."
"Hatırlamaman iyi sayılır aslında," dedi Jongin düşmüş omuzlarıyla mutfaktan çıkıp kanepenin üstündeki kahverengi montu alırken. "Dün gece sahiden saçma sapan davrandım. Unutalım gitsin."
Yixing yorgun argın birkaç dakika evvel Jongin'in yaslandığı kapıya yaslanıp oğlanın siyah bez ayakkabılarını giyişini izledi.
"Nereye gidiyorsun bu saatte?"
"Sehun'la takılacağım. Akşam randevumuz var, biliyorsun değil mi?"
Genç adam başını sallamakla yetinip esmerin yüzüne baktı. Sehun'un yanına böyle gün ortasında gittiği çok nadirdi Jongin'in, o yüzden dışarı çıkıp bir eli kapının kolundayken ona gözlerinde tuhaf bir ifadeyle baktığında ne diyeceğini bilemedi, konuşmak yerine gülümsedi o da.
"Akşam görüşürüz?"
Jongin başını belli belirsiz sallayıp kapıyı çekti, kapı amaçladığından daha hızlı kapandığından Yixing oğlanın titreyen çenesini göremedi.
***
"Onu çok seviyorum."
"Ağlarsan yüzün şişecek Jongin."
"Yüzümü sikeyim."
"Şey, bu fiziksel olarak imkansız ama bir omurunu aldırırsan kendini emebilecek kadar eğilebileceğini duymuştum-"
"Lütfen kes sesini."
Sehun buna bir cevap vermek yerine omuz silkip birasından büyük bir yudum daha aldı.
"Onu gerçekten çok seviyorum, Sehun. Ve o kadar korkağım ki dün gece beni öptüğünü söyleyemedim ona. Unutmuş, inanabiliyor musun? Uyandığımda aklıma gelen ilk şeydi öpüşmemiz ama o unutmuş!"
Sehun bira şişesinden süzülen damlaları izleyerek dinledi oğlanın hüzün ve öfkeyle ağırlaşmış sesini.
Yarım saat önce kapısını delercesine yumruklamış ve Sehun kapıyı açtığı anda içeri dalmıştı Jongin, arkadaşının onu geniş salonundaki ikili kanepeye sürüklemesine izin vermiş, ne olduğunu sorduğunda bir biraya ihtiyacı olduğunu söylemişti. Sehun, oğlanın titreyen ellerini endişeli gözlerle izlemiş ama yorum yapmadan dinlemeyi tercih etmişti bir süre. Onu önceki görüşünde kulüptelerdi ve kalın makyaj tabakası yüzünden oğlanın tenini görememişti ama şimdi cildindeki pürüzleri oldukça net görüyordu, ergenliği geçtiğine göre stres ve uykusuzluk sivilceleri olmalıydı çene çizgisindekiler. Bıyık izi kendini göstermeye başlamıştı ve dudağının iç tarafında yalnızca konuşurken görünen yaralar vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
petrichor
FanfictionOur love is six feet under I can't help but wonder If our grave was watered by the rain Would roses bloom? Could roses bloom Again?