Ecrin, çaresiz bir şekilde kaldıkları pansiyonda elleri cebinde pencerenin önünde dikiliyordu. İnsan pencerenin önünde dikilmek için mi evden kaçardı? Evden kaçmıştı da, aklını evde bırakarak kaçmıştı! İstanbul samanlık olsa, ikiz kardeşi iğne bile olamazdı. Ancak bir toz tanesi olabilirdi. Canı toz tanesi kardeşine sıkılırken, gözlerini odanın içerisine çevirdi. Bir anda gözlerinden şimşekler çıkmayı başladı ve Recep'in yattığı yatağın üzerine atıldı.
"Recep! Uyan! Recep! Recep!" İşaret parmağıyla Recep'in omzunu dürtükleyen Ecrin, Recep'e istediği kadar rahatsızlık verememişti.
"Azıcık daha. Beş dakika daha..." İki eliyle birlikte saçlarını arkaya doğru tarayan Ecrin, tüm gerginliğiyle bağırıverdi.
"Ben senin annen miyim? Kalksana! Kalk diyorum, sana! Uyumaya mı geldik buraya saf çocuk? İkizimi arayacağız, kalk!"
"Ya, git sen ara!" Recep'i uyandıramayacağını anlayan Ecrin, söylene söylene yatağın başına gitti. Kendine destek değil, köstek olmaya gelmişti resmen adam! Köstek Recep, onu illa uğraştıracaktı! Recep'in başının altındaki yastığı hızla çeken Ecrin, Recep'in yüzüne, gözüne, karnına yastıkla vurmaya başladı. Tüm hıncını çıkardığı yüzünden okunuyordu. Ama hak ediyordu, elbette hak ediyordu!
"Recep! Kalksana oğlum!" Uyku mahmuru kahverengi gözlerini aralamayı beceremeyen Recep, kollarını yüzüne siper ederek isyan etmeye başladı.
"Aman be! Koskoca İstanbul'da ikizini nasıl bulacağız? Köpek mi arıyoruz? Elimizdeki bilgi de bilgi olsa." Bu sözleri ile Ecrin'i gafil avlayıp yastığı elinden kaptı ve onun suratına fırlattı. Daha sonra yattığı yerden doğrulup gözlerini ovuşturdu. Bir yandan da ağzını kocaman açarak esnemeye başlamıştı.
"Ağzını kapat, ayı!" Recep'in dediklerinin doğru olduğunu bilen Ecrin'in suratı düşmüştü.
İstanbul çok büyüktü. Çok fazla insan vardı. Sanki koca Türkiye'deki tüm insanlar buraya göç etmişti. Bir gördüğü insanı bir daha görme şansı olduğuna inanmıyordu, böyle bir yerde nasıl bulacaktı kardeşini? Ayağa kalkıp, küçük pansiyon odasının diğer ucundaki çantasına gitti, çaresizlikle. Bükemediği eli öpecek, tükürdüğünü yalayacaktı! Dedesini arayıp bir şeyler öğrenmezse, yüzyıl geçse ikizini bulamayacaktı! Sinirle köyden çıkıp gelmişti, yani akılsız başıyla bir olan ayakları onu buraya sürüklemişti. O, rehberden dedesinin numarasını bulurken; Recep uykusunu üzerinden atmış, dikkatle ona bakıyordu.
"Dedeciğim!" Sesinin en tiz haliyle haykırırken telefon suratına kapanıverdi bir anda. Evden kaçmıştı ne bekliyordu ki? Hiç düşünmeden bir daha aramaya başladı. Bu işin sandığından zor olacağı kafasına dank etti. Sanıyordu ki; dedesi mehter takımıyla birlikte açacaktı telefonunu!
"Dedeee!" Yine aynı neşeyle konuşmaya başladı; ancak telefonun kapanma süresi bir saniye bile uzamamıştı. Biraz da olsa umudu vardı, oysa bu kez. Mehter takımından ümidi kesmişti tabi ancak dedesi ona kıyamaz sanıyordu. İçindeki umut bir kez daha suratına kapanan telefonla toz oldu, uçtu gitti. Sinirleniyordu. An be an hissediyordu, sinirlerinin gerilmesini.
"Sen inatsan, ben de inadım!" Recep ne olduğunu anlamayan, uyumaktan şişmiş gözleriyle hala dikkatle ona bakıyordu. Bir yandan da küçükken daha iyi bir oyun arkadaşı seçmediği için kendine kızıyordu. Kim ağzı beş karış, pörtlek gözlü bir kızla arkadaş olurdu ki? Yıllarca bunu sorgulayan Recep, kendine tek bir cevap verebiliyordu: Muhtemelen çocukken Ecrin'i erkek sanmıştı.
"Dede yeter ar-" Ecrin, açılan telefon yüzünden bu kez başardığını sanmıştı ancak telefon yine kapanmıştı. Oturduğu yerden sinirle ayağa fırladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çifte Bela
Humorİkizinin olduğunu öğrenmesiyle, bir gece yaşadığı köyden en yakın arkadaşıyla kaçan Ecrin, daha önce hiç gelmediği İstanbul'a gelir ve İstanbul sandığından büyük çıkınca her şey birbirine girmeye başlar. Ecrin'in parmağına geçirilecek olan yüzük, İs...