''Bencilsin, çevrendekilerin ne istediğini düşünmüyorsun. Şu zaman dek hep kendi mutluluğun doğrultusunda yaşadın.''
Karşımda zırvalayan minyon kızı tüm gücümle ittirdim. Minyondu, ama yerinden oynatamıyordum. Kumral saçlarını arkaya atarak büyük bir kahkaha patladı.
''Şimdi de bana şiddet mi göstereceksin? Gerçekten mi Açelya? Söylediklerimin gerçekliği canını acıttığı için bana saldırmak ne kadar olgun bir davranış. Öyle hemen sinirlenme. Hiç beni aramak aklına geldi mi? Oh tabii ki gelmedi. Mükemmel, zavallı Açelya. Yıllardır ailesiz büyümüş felan filan. Hiç bencil olduğun akıllarına geldi mi acaba.''
Ne, o kimdi ki. Neden arayacaktım onu? Kim olduğunu bilmiyordum ama uzun zamandır bu kadar sinirlenmemiştim. Bağırmak için tüm gücümle ağzımı açtım ama konuşamıyordum. Konuştuğumu, bağırdığımı sanıyordum ama hiç ses çıkmıyordu. Sinir, dışarı çıkaramadığım öfkem iyice büyümüştü. Gözlerimi kapattım ve kıza kocaman bir ateş kütlesi gönderdiğimi hayal ettim. Gözlerimi açtığımda kız bağırarak yanıyordu.
Her bir parçası alev almıştı, güzel saçları artık küle dönüşmek üzereydi. Bundan acımasız bir zevk duyarken ne yaptığımı anladım. Bir insanın canını yakarak mutlu oluyordum. Bir insanı öldürüyordum. Ben bir canavardım. Ben bir canavardım.
Dizlerim titriyordu. Sesi duyulmayan çığlıklarım sesli bir hal almıştı. Tüm odada çığlık sesim yankılanıyordu. Sonunda ağlayarak diz çöktüm. Ağlıyordum ve alevlerin durmasını bekliyordum. Durmalıydı. Başımı ellerimin arasına alarak gözlerimi kapattım.
-
''Açelya! Açelya uyan.''
Tanıdık bir kız sesi gözlerimi açmamı sağladı. Kabus bitmişti. Telaşlı gözlerle bana bakmakta olan Beren'e sıkıca sarıldım.
''Şşh. Ne gördün böyle rüyanda? Ciddi anlamda korkunç bağırıyordun.''
''Ben...'' hızlıca bir şey uydurdum. ''Ben bir trenin karşısındaydım. Arabada. Ezilmek üzereydim ve arabanın kapıları açılmıyordu.''
''Yani ailen gibi mi?'' Ben cevap veremeyince bir saniye durduktan sonra özür diledi.
''Hayır, hayır önemli değil. Evet onlar gibi.''
''Açelya, bak belki bana kızacaksın ama, Emre'yi araman gerektiğini düşünüyorum. Ayrıldığınız günden beri çok garip davranıyorsun. Hem sizin en çok bir gün küs kaldığınıza şahit olmuştum. 6 gün oldu. Bu çok fazla.''
Evet, Emre ile altı gündür konuşmuyorduk. Ama bunun sebebi ayrılığımız değildi. O ateşli günden sonra birbirimiz ile konuşma cesareti bulamamıştık. O gün, yaşadıklarımız, kaçırılışımız, elimizle oluşturduğumuz ateş, hepsi bulanık bir rüyanın parçaları gibiydiler. Emre ile konuşursam bunların tekrar gündeme geleceğini ve ikimizin de bunu istemediğini biliyordum. Sanırım Emre'de aynısını düşünüyordu ki yemekhanede, bahçede onlarca kez göz göze gelmemize rağmen konuşacak gibi olup sonra kendini geri çekiyordu.
''Hayır. Bunu yapamam. Bizim biraz daha zamana ihtiyacımız var.''
''Tamam kuzum sen bilirsin. Ama yüzünü asmayı bırak. Yarın okulun ilk günü ve çevre yapıp bana yakışıklı arkadaşlarından ayarlaman gerekiyor unutma mimar hanım.'' Mimar hanımı bastırarak söylemişti. Bu cümlesi hoşuma gitmemiş değildi. Bir sene çalışıp mimarlığı dişimle tırnağımla kazanmıştım. Çocukluk hayalimi.
''Beren, cidden inanamıyorum. Hayalimiz yarın başlıyor. Cidden bunu başardık.'' Beren de çok istediği edebiyat fakültesinden dört yıllık yüzde yüz burs kazanmıştı. Heyecanla bana tekrar sarıldı.
''Çok güzel olacak çok!'' diye bağırdı coşkuyla. Sonra göz bebeklerinde hafif bir dalgalanma oldu. Hüzünlendiğinde hep olurdu. ''Ailemiz olsa bizimle gurur duyardı.'' diye ekledi sakince.
Yutkundum. Boğazıma bir yumru oturdu. Aile. Ailemi özlemeyi bırakıp gerçekleri kabulleneli çok olmuştu. Uzun zamandır ailem hakkında düşünmüyordum. Benim için içi boş ve hiçbir zaman dolduralamayacak bir kavramdı. Ta ki o güne kadar. O insanlar ailemi tanıdığını iddaa ettiğinde bir zamanlar gerçekten ailem olduğunu hatırlamıştım. İçim hiç olmadığı kadar çok acımıştı.
İkimiz de susmuştuk. Muhtemelen yakın düşüncelere daldığımızı düşündüm ve buna bir son vermek için sessizliği bozdum. ''Hey, uzun zamandır alışverişe çıkmadık. Ne dersin ha?'' Beren neşeyle bir çocuk edasıyla iki elini birbirine çırparak ''Eveeet. Ben hemen hazırlanayım.'' dedi.
Onun bu tatlı halleri çok hoşuma gidiyordu. Gülümseyerek telefonumu aldım, Naz'ı da çağıracaktım. 2 cevapsız aramayı görünce geceden beri sessizde olduğunu hatırladım. Kalbim küt küt atarken cevapsız arama yazısına tıkladım. Evet, umudum boşa çıkmamıştı, arayanlardan biri Emre idi. Diğeri ise bilmediğim bir numaraydı. Muhtemelen yanlışlıkla aramışlardı ama Emre ile konuşmadan önce onu aradan çıkartmak için aradım.
Telefonu açan adam sesi çok tanıdıktı. Gevrek bir ses ve mükemmel bir diksiyon. Duymayı en son beklediğim ve açıkçası bir daha duyucağımı düşünmediğim bir sesti. Kim olduğunu anladığımda kanım donmuştu. Cengiz. Olduğum yerde kala kaldım.
''Alo... Alo...Hey Açelya beni duymuyor musun? Önemli bir konu konuşmalıyız canım.''
Ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Her şey normale dönmüşken cevap verip vermemem gerektiğini bile bilmiyordum.
Ani bir cesaretle ne olacaksa olsun diye düşünerek telefona cevap verdim.
''Alo. Ben duyuyorum.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateşten Gelenler
Science Fiction- Safkanlar, melezler ve her şeyden habersiz insanlar. Türkiye'de yalnızca iki melez olmanın sorumluluğunu taşımaya çalışan Emre ve Açelya. Geçmişlerine sünger çekip her şeye rağmen birbirlerine tutunmanın zorluğu. Genç adam kıza...