III

807 93 17
                                    

"Ben de seni özlemeye çalışırım, Jimin." güldü, "İlk gidişin değil ya? Alıştım, yine de özlemeye çalışacağım, Taehyung." birbirlerine bir süre bakıp bir kahkaha patlattıklarında Taehyung çok da vakit kalmadığını biliyordu, Jimin'i kendine çekip sarıldı. Jimin'i bırakıp tekneye binmeden önce, oradan bir şey getireceğine söz verdi. Aklında kan kusan bir ceset belirdiğine şaşıyordu.

Taehyung basamağa ilk adımını attığında zihni bir girdaba hapsolmuş gibiydi, hayır, onu deniz tutmazdı. Arkasını döndüğünde Jimin ellerini birleştirmiş salınıyordu, yüzünde her zamanki parlak gülümsemesi vardı.

Ve, Jungkook.

Kaprisi ve gömleğiyle her zamanki Jungkook'dan farklı değildi, yaşlı bir adam ona nasihatler verirken kafasını sallıyordu (bitsin artık, diyen gülümsemesini buradan görebiliyordu). Sonunda ufak bir sarılmadan (daha çok Jungkook'un kurtulmaya çalıştığı bir çift sarkıntı kol) sonra hızlı adımlarla tekneye ilerledi. Ona bakmak canını acıtıyordu ve sebebinin ona duyduğu nefret olmadığı düşüncesi kafasını bir fırına sokma isteği uyandırıyordu.

—Hadisene!
— Ha?
— Ne diye dikiliyorsun, yürüsene.

Boş ifadesi kayboldu, hoş, bu ifade sadece dışarıdan bakmakla yetinebilecek biri için boştu. Bir şeyler mırıldanıp tekneye geçti. Doğrudan yüzüne bakan Jungkook -nedendir bilinmez- fark edilir bir gülümsemeyle yanına geçti.

Jungkook ellerini sallayıp karşıda bekleyenlere, "İyi olacağız," diyordu. Tae ise dar tekne güvertesinde limanı işleten Bay Ga'dan yolculukla ilgili bilgiler alıyordu. Bay Ga, omzunu sıkıp yanından ayrıldığında, orada öylece dikilirken söylediği hiçbir şeyi dinlemediğini fark etmişti. Ah, hayır, bir saniye- dinleyemediğini.

Güneşin Batı'dan da doğabileceğine inanmayan genç, dişleri arasından mırıldandı, "Seni öldüreceğim."

Taehyung ahşap kaplamanın birini temizliyordu. Tek eliyle hortumu dizgince tutmaya çalırken diğer eliyle çitiliyordu. "Böyle hayal etmemiştim."
Çitiye devam ederken tanıdık sesi işitti, "Yolculuk daha yeni başlıyor, suratının hali ne?" o ses kara mizahını hemen üstüne ekledi, "Yoksa deniz mi tuttu?" Taehyung, alışılmış davetkar gülümsemesiyle doğruldu, "Git işine." Jungkook, ona doğru bir adım attı
—hoş, tanrı biliyor ya, Taehyung için bu bin adımdı.

"Düne kadar benim hakkımda ıslak hayaller kurduğunu söyleyip bugün git işine demek de tam sana göre," durakladı, "demek istediğin şey sahiden bu mu, git işine mi?"

Jungkook gözlerini üstüne diktikçe Taehyung, Pompei'nin içinde uzanıp otuz yedi yıl sonra patladığını hissetti. Lavın göğüs kafesine bulaşıp oradan kasıklarına indiğini hissediyordu. Başka bir deyişle, içi şöyle-böyle küle dönüyordu.

Elini  küçüğün yakasına attı, tanıdık bir andı. "Senden nefret ediyorum, Jungkook."
Göğüs kafesinin eridiğini hissederken mesafeyi gereksiz buldu,
"Hem de," beş santim
"Öyle," üç santim
"ediyorum ki." bir.

Jungkook'un yutkunması uysal Akdeniz'de duydukları tek sesken pişmiş bir sırıtışla ekledi, "Yazık, kimse seni bundan kurtaramaz, Tae."
Serin suların üstündeki kıvılcımlar buradayım diyen bir hal alıyor, yarattıkları şey ise ve yok ediyorum diye mırıldanıyordu.

"Sahi mi? Oysaki ben kurtaracak birini tanıyorum,"
"Ne o, kendine bir şeytan mı kiraladın?"
"Daha çok, gönüllüymüş gibi duruyor."
"Ah, bak o rolü çok iyi oynarım işte."

Kıvılcımların bir ateşi yaratması saniyeler sürermiş meğer.

Kemikli elleri pudraya batırılmış gibiydi, yakaladığı şifon gömleğin ise elinden asla kayamayacak bir hali vardı. Yüzleri öyle yakındı ki aralarına anca bir kum tanesi sığardı. Bu mesafeden bir kristal içinden birbirlerine bakıyor gibilerdi. Yine de Jungkook için dudakları seçebilmek zor olmamıştı,
gönüllü gibi duruyordu.





y/n:
kesmiş olabilirim ama bu devam etmeyecekeleri anlamına gelmiyor :,d

güzel gecelere,

albero di limone / vkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin