Park Chanyeol bu hayatta başıma gelip gelecek en güzel şeydi. Artık bundan öylesine emindim ki... Güzeldi. Çok güzeldi. Her şeyiyle güzeldi. Bu güzellik sadece yüzeysel olarak değildi, içsel olarak da güzeldi. Nereden bakarsam bakayım güzeldi. Bu kelime her ne kadar onun yanında değerini yitiriyor olsa da o güzeldi. Ona yakışacak kelimelerin hepsi sanki asırlar önce okyanusun altına gömülmüştü de ben bu yüzden ona uygun kelimeleri bir türlü seçip ayıklayamıyordum.
Park Chanyeol ile sabaha kadar tavan arasındaki odada uyumuştuk. Bu cümleyi biraz evirip çevirirsem o uyumuş ben de sabaha dek onu izledim olurdu. Bunu yaptığım için mutluyum. Tüm hallerini yüzüme kazıdığım için. Uykusunda burnunu kırıştırması öyle güzel geliyor ki gülümsemeden edemiyorum. Her hali birbirinden güzel. Söyleyecek söz bulamıyorum.
Elimi dağınık duran ve beyaz yastığa dökülen saçlarına getirip bir rüzgar gibi okşadım. Ne çok belli olacak şekilde, ne de hiç belli olmayacak. Hissedecek ama. Hissedecek dokunuşumu. Uyanmasını da istemiyorum. Huzurlu uykusuna devam etsin. Huzursuz da olabilir tabii uykusunda. Çünkü sürekli sıçrıyor ve sayıklıyor anlamadığım bir şeyleri. Burnunu da kırıştırıyor. Dudaklarımı alnına bastırıyorum kabuslarını kendime çekebilmek adına ve dudaklarımı alnından çektiğim an güzel gözleri kırpışarak açıldı. Gülümsedim. Amacım her ne kadar onu uyandırmaktan çok uzak olsa bile bu hali beni gülümsetiyor.
Gözlerini tamamen araladığı vakit yeni yeni ağarmaya başlayan gökyüzünün ışıkları içeri döküldü ve o gözlerini açtığında parıltılarını daha net seçtim. Bir gözünde tam tamına üç parıltı yer edinmiş her bakan kişiyi büyülemek görevleri. Bunu da öyle güzel yapıyorlar ki, nutkum tutuluyor.
Kalın ve uykulu sesini duydum gözlerindeki parıltıların cazibesine kapılmadan, hemen köşeden sağa saptım ve sesini sarıp sarmalamak için kollarımı iki yana açtım.
"Bu saatte neden uyandın gökyüzüm?" diye sordu. Şaşkınlıkla kalakaldım. Ne diyeceğimi bilemedim. Sorulması gereken soru buydu fakat cevabı beynimin hiçbir yerinde yoktu. Ne kadar arayıp tarasamda bulamadım.
Boğazımı temizleyip yatakta diklendim ve sırtımı yatak başlığına dayadım. Sırtım yatak başlığıyla buluşur buluşmaz küçük bir çığlık kopardım. Yatak başlığı adeta buz tutmuştu ve çıplak tenim onunla buluşmuştu. Nasıl bu kadar soğuk olduğuna bir anlam veremedim. Ne bir rüzgar vardı evin içinde ne de yağmur yağıyordu. Neydi bu soğukluğun sebebi? Herkes mi biliyordu gerçeği? Herkes bilip de bize söylemiyor muydu? Karnıma dehşet bir acı saplandı ve ben bunu belli etmemek için Chanyeol'e yalnızca gülümseyebildim. O da gülümseyişime gülümsemesiyle karşılık verdi. Karnımdaki acı biraz da olsa hafifledi.
"Gökyüzü çok güzeldi," diye fısıldadım aklımdaki onca gürültünün arasından. Gözlerimi ondan bir saniye çekmiyordum.
Benim yaptığım gibi yaptı. Hareketlerimi taklit etti. Yattığı yerde diklendi ve sırtını soğuk mu soğuk yatak başlığına yasladı. Benim aksime ağzından ne bir çığlık ne de bir yakarma döküldü. Yalnızca gülümsemeye devam etti. Sağ eli belime gitti ve beni kendine doğru çekip göğsüne yatırdı. İşte benim huzurlu yastığım, işte benim en güzel evim burasıydı. En çok burayı seviyordum. Bir de saçlarımı okşamasını severdim. Saçlarımı okşarken içini boşaltmasını. Aslında ben onun her şeyini severdim. Ayırt edemezdim. Aralarından birini seç dese ben pas derdim. Aralarından birini seç demek annen mi baban mı sorusu gibiydi.
İç sesimi duymuş gibi büyük parmakları saçlarımın arasına dolandı ve ben bu hareketiyle bile mayıştığımı hissettim. Gözlerim kapandı. Fakat algılarım tamamiyle açıktı. Sesini net bir şekilde duyuyor, ağzından çıkan her sözcüğü kavrayabiliyordum.
![](https://img.wattpad.com/cover/83221955-288-k432269.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Foreigner's God // chanbaek
FanfictionPark Chanyeol ile bir şekilde güzel ve tehlikeli bir aşk masalının içine düşüverdik. Bir şekilde her şey güzel gitti. Her günümüz güllük gülistanlık geçti. Gizli gülümsemeler, gizli öpücükler ve en büyüğünden gizli bir aşk paylaştık. Çünkü yazar böy...