Her şeyin başı mutlu olmaktan geçiyordu. Mutluluk elimizde olduktan sonra diğer her şey geliyordu. Mutluluk bir nehirse eğer nehrin sürüklediği diğer şeyler de onunla birlikte gelirdi.
Chanyeol ve Baekhyun son birkaç aydır mutlulardı. Ciddi anlamda mutlulardı. O, mutlu oldukları gece beraberinde bir sürü şey daha getirmişti. Biraz hüzün ve sonsuz mutluluk.
Sonsuz diye bir şey olmasa da hayatta herkesin bir sonsuzu vardı. Onların da sonsuzu buydu. Ölmeyecek bir sonsuz seçmişlerdi kendilerine.
Hayatları mutlu bir şekilde devam ediyordu son birkaç aydır. Chanyeol ertesi sabah sevdiği çocuğu bırakıp gitmediği için mutluydu. Baekhyun ertesi sabah sevdiği çocuğu bırakıp gitmediği için mutluydu. Böyle olacaklarını bilselerdi bu fikri akıllarının ucundan bile geçirmezlerdi.
Ama her neyse deme zamanıydı. Onlar mutluyken şimdilik akılda kötü düşünceler dolaşmamalıydı. Sonuçta hayat bir kere yaşanıyordu. Hayat, içinde kötü şeyler yaşamak için sınırlı bir yerdi. Bunu çiçek bahçesine çevirmek, kötü düşünceleri def etmekte sizin elinizdeydi.
Onlar şu anda öyle mutlulardı ki onları uzaktan gören birisi asla kötü düşünceler taşıdıklarını söyleyemezdi. Ama insan beyni içinde her şeyi taşıyordu. Buna engel olmak pek mümkün değildi. Kötü düşüncelerin önüne bir duvar koyup burayı geçme diyemiyordunuz. Yapacak bir şey yoktu ne yazık ki. Ama mutlulardı işte.
Üniversite aşıklarının o kıskanılan pozisyonlarındalardı. Sırt üstü çimenlere uzanmaktaydılar. Büyük figür bembeyaz olan tişörtünün çimen lekesi olmasını umursamıyordu. Yanında uzanan küçük figürün kafası kafasına değiyordu. İkisi de gözlerini kapatmış ve sonsuz gökyüzünü izliyorlardı. Bir an sonra büyük figürün tüm ilgisi gökyüzünden çekilerek küçük figüre yöneldi. Yüzündeki huzurlu gülümseyiş büyük figürün içine işlemişti. Her gün bu gülümsemeyi görmek istiyordu ve uğrunda her şeyi göze alırdı.
"Chanyeol sen beni dinliyor musun?" diye sordu küçük figür bir süre sonra. Bu sırada büyük figüre dönmüştü ve artık vücudu çimenlere yan yatmış haldeydi. İki elini de yüzünün çimenlerden huylanmaması için başının altında duruyordu ve gözleri doğrudan büyük figürün gözlerindeydi.
Büyük figür bir anda gelen darbeyle sarsıldı. Küçük figürün sorusu bir deprem gibi gelmişti ve sağlam olduğunu düşünen büyük figürü yerleyeksan etmişti. Büyük figürün neye uğradığını şaşırdığı dakikalardan biriydi.
"Ne?" dedi büyük figür farkında olmadan ağzından sözcükler şaşkınlık içinde dökülürken.
Küçük figür hala büyük figürden gözlerini alamazken dudaklarını büzdü ve hemen sonra derin bir nefes aldı. Kendisinin boşa konuştuğunu fark etmesi onu üzmüştü. Bütün heyecanını ortaya koyup bir şeyler anlatırken erkek arkadaşının onu dinlememesi hatta umursamaması karşısında üzgün olmaktan başka bir şey gelmiyordu elinden.
"İnanamıyorum sana," dedi küçük figür içindeki üzüntünün hepsini sesine yansıtarak.
Sesi çok fena çıkmıştı. Küçük bir olay karşısında niyeydi bu tepki? Bana sorarsanız haklıydı. Boş yere konuşmak kötü bir şeydi nihayetinde. Kendi kendine konuşmuştu o. Büyük figür tek bir kelimesini bile duymamıştı. Bu muhtemelen incitici olmuştu. Bu yüzdendi tüm bu tepki, tüm bu iç burkan konuşma.
Temel konuya dönecek olursak küçük figür konuşmuş ve bu konuşma büyük figürün kalbini delip geçmişti. Böyle bir şeye sebep olduğu için kendini dünyanın en kötü insanı gibi hissediyordu. Farkında olmadan sonunda üzülebileceği şeyler yapıyordu. Özür dilemek ne faydaydı ki? Ne yapmalıydı? Ne yaparsa unuttururdu bu olayı? İşte bu sorular çimenlerden daha çok batıyordu kafasına. Artık boş boş bakıyordu gökyüzüne. Gökyüzü biraz önceki gibi değildi. Her şey değişmişti bir anda.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anagapesis // chanbaek
Fanfiction(n.) no longer feeling any affection for someone you once loved.