kuroo
mekanın dışına doğru adımlarken tüm zaman kavramım yerle bir olmuş gibiydi. sanki saatlerdir adımlıyor ama yine de ona ulaşamıyor, çoktan konuşup onu affettiğini düşünüyordum.
belki de bencilceydi ama konuşmasını dahi istemiyorken onunla barışabilme ihtimali beni delirtiyordu. telefonu elinden alıp fırlatmak ve tekrar onu düşünmesini engellemek istiyordum.
en sonunda mekanın dışına attığım bedenimle, vücuduma çarpan yaz esintisini göz ardı ederek gözlerimle onu aradım.
yakınlarda onu görememiştim, hızla mekanın etrafını dolaşmak için koşar adımlarla hareketlendiğimde tüm endişe vücudumu ele geçiriyor gibiydi. yaklaşık 2 dakika aralıkla arkasından çıkmış olsam dahi sanki geç kalmış gibi hissediyordum.
en sonunda, binanın arkasında onu duvara yaslanmış ve telefonla konuşurken bulduğumda kafasını yere eğmişti ve saçlarının gizlediği yüzünü göremiyordum.
ağlıyor muydu, mutlu muydu ya da sinirli miydi bilmiyordum. yüzünü görebilsem belki nasıl hissettiğini çözebilirdim, fakat şu an bunu görmem imkansızdı.
beni hâlâ görmediğinden emindim, gördüğü an bana döneceğinden emindim.
"shoyo..." mırıldanışını duyduğumda olduğum yerde durdum.
"özür dilemene gerek yok..."
özür dilemesine gerk yok muydu?
bu ne anlama geliyordu?
"...sen hiçbir şey yapmadın."
hiçbir şey yapmamış mıydı? yani gerçekten, bunları neden söylüyordu? onu saatlerce ağlatan ve daha da içine kapanmasına neden olan kişi bunu mu söylüyordu?
sinirden olduğum yerde çakılı kalınca yumruk yaptığım ellerimi shoyo denen o aptalın suratına geçirmek istiyordum.
"daha fazla konuşmamızın anlamı yok. lütfen. lütfen shoyo... sadece bırakalım." cümlesini bitirdiğinde kafasını bana çevirmişti.
öylece ona bakakaldığımda, burda olduğumu ne zamandır biliyordu diye düşünmekten gözyaşlarını birkaç saniyenin ardından fark edebilmiştim.
ardından, telefonu kulağından çektiğinde hâlâ karşıdan gelen sesi duyabiliyordum. ama umrunda değilmiş gibi telefonu kapatarak bana tekrar döndüğünde elinin tersiyle yanaklarını silmiş ve gözlerimin içine anlamlandıramadığım derinlikle bakıyordu. o söylemese de, bakışlarından gidip ona sarılmamı istediğini biliyordum. anlamıştım. ben onu hep anlardım.
ama benim onun yanına gitmeme fırsat vermeden hızla bana doğru yürüdüğünde, bana vurmasını bağırmasını hatta küfretmesini bekliyordum.
beklediğimin aksine, karanlık arka sokakta yanıma vardığında kafasını kaldırmış ve daha önce hiç görmediğim yüz ifadesiyle gözlerimin içine bakmayı sürdürüyordu.
"öp beni." söylediği şeyle gözlerim kocaman açılırken, dokunsam ağlayacakmış gibi olan ses tonuyla tekrar etti. "öp beni kuroo. lütfen."
hâlâ beynimin içindeki kurtlar neyi olduğunu tartışırken, benden istediği şeyle afallamaktan başka seçeneğim yoktu.
"kenma..." dudaklarımdan adı çıkar çıkmaz, gözyaşları tekrar yanaklarından akmaya başlayınca sadece şaşkınlığımın ardına gizlenmeye çalışıyor gibiydim.
"ma-madem tekrar öpmeyecektin, neden yaptın!?" güçlü görünmeye çalışıp car gücüyle bağırdığında, aslında sesindeki acizliği fark edebilmiştim. sinirli görünüyordu fakat yanağından hızla akan yaşlar çenesinden damlarken bunda başarız olduğunu bildiğinden emindim.
üstümdeki şoku atamamış olsam da, bulunduğumuz durumu idrak etmeyi çalışmayı bırakma kararı vermiştim ki elleriyle tişörtümü avuçladığını ve pes etmiş gibi yüzünü eğerek hıçkırdığını gördüm.
içim parçalanıyordu, yıllardır içimde tuttuğum o hisler göğüs kafesimden çıkmak için çırpınıyordu ama ben tek kelime dahi edemiyordum.
bunu benden neden istiyordu?
gerçekten onu öpmemi mi istiyordu?
yoksa sadece ayrıldığı erkek arkadaşının acısını çıkararak unutmak için mi istiyordu?
yıllardır bu anı beklesem bile, tüm raylar oturmuyordu. her şey kafamda netleşmiyordu. oysa onu sevgilisi varken öpen bendim. şu an bunu düşünmem saçmaydı, değil mi?
hıçkırıkları sessiz bir şekilde devam ederken, kaskatı olan vücudumu en sonunda toparlayarak bir kolumu bedenine doladım ve onu kendime çekerken diğer elimle yüzünü bana kaldırması için çenesini hafifçe yukarı ittim.
vücutlarımız birbirine yapıştığında, suratına vuran ay ışığıyla birlikte en sonunda gözlerini görebilmiştim.
"öp beni kuroo... yalvarırım." sessizce fısıldadığında, dudaklarıma bakmaktan bir saniye bile vazgeçmemişti.
benim de gözlerim dudaklarına inerken, titriyordu. işte yıllardır öpmeyi istediğim dudakları bu sefer onun da isteğiyle karşımdaydı.
en sonunda dudaklarımı onunkilere yaklaştırırken, gözlerini kapatmış ve avucunun içindeki tişörtümü daha da sıkmıştı.
dudaklarımız her saniye birbirine daha çok yaklaşırken, nefesini artık hissediyordum. hafifçe dudaklarıma çarpan nefesi bile sarhoş olmama yetiyordu.
ölüm gibi geçen saliselerin ardından, dudaklarını örten dudaklarım öylece durmuştu. bu tıpkı... varlığından emin olmak istemem gibiydi. ama hayal değildi. tam da kollarımın arasındaydı ve dudakları tamamen benimdi.
yavaşça onu öptüğümde, öylesine yavaş; öylesine nazik davranmıştım ki... kalbim göğüs kafesimin içinde çırpınıyor gibiydi.
alt dudağını kendi dudaklarımın arasına aldığımda, karanlık sokakta hiçbir şey duyamıyordum artık. kulağım onun nefesi ve varlığı haricindeki her şeyi reddediyor gibiydi.
yumuşak ve küçük dudakları benimkilerin arasında ezilirken, bana birkaç öpücüğün ardından ayak uydurmuştu.
artık ağlamadığını düşünüyordum, en azından umuyordum.
göğsümdeki tişörtümü sıkan parmaklarını gevşeterek yavaşça enseme doğru yol aldı parmakları. ve en sonunda ensemde durduğunda, sanki ondan ayrılmamı istemiyor gibi beni kendine daha çok çekiyordu.
dudaklarımız daha önce hiç rastlamadığım bir uyumla hareket ederken, bu yaşananın gerçek olup olmadığını sorgulamayı artık kesmiştim.
kaç saniye ya da kaç dakika geçmişti bilmiyordum, en sonunda oksijen için çırpınan ciğerlerimiz hatrına dudaklarımızı ayırmıştık.
ikimizin de göğüs kafesi hızla inip kalkarken, tüm gücrelerim yeniden hayat bulmuş gibiydi.
"eve gidelim mi?" sanki hiçbir şey olmamış gibi hızla alıp verdiği nefeslerinin arasında mırıldanırken alnını çeneme dayamıştı.
"gidelim bebeğim." saçlarına birkaç öpücük bırakırken onu onaylamıştım.
belki de sorgulamam gereken noktalar vardı fakat o noktaları birleştirince karşıma o çıkıyorsa, benim için hiçbir mahsuru yoktu.
ya da en azından şimdilik öyle düşünüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lacuna | kuroken
Short Story"aşkı oyunlarda bulamazsın." yavaşça dudakları, kendininkinden küçük olan dudakların üstünü örterken fısıldadı. "işta aşk budur."