Her gün olduğu gibi yine boş boş tavanı izliyordum. Gece ve gündüz. Hayatımı anlamlı kılan kimse yoktu ve artık kimse de olmayacaktı. İnsan sevdiklerini kaybettiğinde anlıyormuş onların değerini. Her gece neden ben? Diye sordum kendime. Ne yapmıştım da bunları yaşamıştım. Hiç birinin cevabını alamadım tabi ki. Şuan ne mi yapıyorum? Şuan her şeyin başladığı lanet evdeyim. Buraya gelmeyeli uzun zaman olmuştu. Hayatımı mahveden o evdeyim. "İyi misin oğlum?" yanlış duymuştum değil mi? Bu annemin sesi değildi. "Yanlış duymadın oğlum. Benim annen." Hayır şuan aklım benimle oyun oynuyordu. "Yatak odasındayım oğlum hadi yanıma gel" istemsizce beynimde dolanan o güzel sesi dinliyordum. Ayaklarım istemsiz olarak beni yukarı çıkarıyordu. O odaya girdiğimde anılar tekrar canlandı gözümde. Her şey tekrar hücum etti beynime. Telefonumun çalmasıyla unutmaya çalıştım aklımdakileri.
"Neredesin sen? Seni arıyoruz kaç saattir. Çabuk nerde olduğunu söyle Gökhan"
"Neden? "
"Gökhan bak nerde olduğunu söyle çok ciddiyim seni bulduğum yerde öldürürüm."
"İşime gelir yani. Tamam merak etmeyin. Okulun karşısındaki kafeye geçin geliyorum." Diyip suratına kapattım telefonu. Ah başımın belası.
Arabamı evde bıraktığım için bir taksi çevirdim. Ön koltuğa oturduktan sonra gideceğim adresi söyleyip yolu izlemeye başladım. Taksici amca "Ne oldu sana yeğenim pek bir üzgün görünüyorsun?" diye sorduğunda çok da yol gidemediğimizi fark ettim. Malum İstanbul trafiği idi.
"Anılar peşimi bırakmıyor be amca." diye bir cevap vermiştim istemsizce. Bu söylediğim taksici amcanın içli bir iç çekmesine sebep olmuştu. "Hayırdır amca, senin de benden pek bir farkın yok gibi."
"Anılar evlat, öyledir ki insanın yakasına bir yapıştı mı bir daha kolay kolay bırakmaz. Azılı düşman gibidir. Ya sen onu öldürürsün ya da o seni."
Bu adam cidden de çok dertli görünüyordu. Sebebini öğrenmek istemem hiç normal değildi belki ama bir yabancıyla benzer bir sıkıntıdan muzdarip olmak nedensizce hikayesini öğrenmek istememe sebep olmuştu.
"Özel değilse nedeni sorsam?"
"Özel olmasına özel de.... Evlat acısı bir başka oluyor be oğlum. Günler de geçse, aylar da, yıllar da geçse, sen sadece geçtiğini zannediyorsun. Aksine o acı içinde öyle bir büyüyüp öyle çok alevleniyor ki sonunda da gönlünün gördüğü, değerlim dediğin insanı bir çırpıda kırıveriyorsun. Sonrası ise hep pişmanlık, hep hüsran." derin bir nefes alıp tekrar konuşmaya devam etti amca,
" Özdemir Asaf'ın da dediği gibi; Her şeyi zamana bıraktık, zamanımız var mı bilmeden."
O kadar doğru söylemişti ki. Ben de uzun süren bir mutluluğum olacak düşüncesi ile her şeyimi zamana bırakmıştım ancak. Zaman benim için öyle bir nokta da durmuştu ki, artık devam edip etmediğini bile umursamaz hala gelmiştim.
"Çok doğru söyledin be amca. Ama bizler de böyle yaratıklarız işte. Elimizdekinin kıymetini kaybetmeden anlayamayan zavallı bir insanoğlu."
"Sana bir amca, abi veya baba tavsiyesidir evlat, Sakın ola geçmişin prangalarına takılı kalma. Gördüğüme göre baya bir süre takılı kalmışsın ancak hayat aslında o kadar kısa ki, sen daha ne olduğunu anlayamadan tepetaklak olup bitiveriyor. Bu yüzden gönlünce eğlen, sev, sevil ve şu anlarının kıymetini bil. Belki gelecek için hayaller kurmak zor geliyordur sana bilirim... Geleceğini düşünmesen bile anının kıymetini bil ve ona göre yaşa."
Aslında o kadar da haklıydı ki. İnsanın geleceğini değil de şu anını yaşaması. Belki zordu geçmişin prangalarından kurtulmak ama yok saymak belki de bir nebze beni kendime getirecek yegane şeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
- LAHZA -
Teen Fiction©Tüm hakları saklıdır. Ne kadar da güzel bir yaşantım vardı benim ta ki o güne kadar. O gün benim ölüm yıl dönümüm oldu. Ben ne kötü çocuğum ne de baba parası yiyen bir zengin züppe. Ben kendi halinde orta halli bir ailenin tek oğluyum. Artık...