Okullar açılalı bir kaç hafta olmuştu. Öğlen okula, diğer günlere karşı daha erken gitmiştim. Aram artık Hande ile iyi değildi. Genelde Seren ile takılıyordum.
Kızların gülüş seslerinden rahatsız olduğum için sıramdan kalkıp kapıya yöneldim. Kızların konuşma konuları duraksamama neden oldu.
-"Okula yeni gelmesine rağmen çok iyi"
-"çok tatlı yaaa"
-"neden gelmiş olabilir ki "
-"Kızım bütün okul biliyo"
Neyi herkes biliyor olabilirdi ki.
- "Bulut'u bu gün okul da hiç görmedim."
Tabi ya Bulut'u . Başka kim olabilirdi ki. Devamlı Bulut'tan bahsediliyordu.***
Seren nöbetçiyken Bülent hocanın dosya odasını düzetmesi için ben de görevlendirilmiştim. Zor değildi, sadece renklerine ve sayılarına göre düzeltilecekti. 3 renkte dosya vardı. Lacivert, kırmızı ve siyah. İçlerinde ki bilgileri merak ediyordum açıkcası , Bülent hocada dosya odasında, masasına oturarak, dosyaların içlerine göz atıyordu.
Dosya odası olduğunu ve dosyaların bu kadar fazla olduğunu bilmiyordum açıkcası. Dosyaları kolilerin içinden alıyorduk. Muhtemelen dosyaların bu kadar çok oluşundan dolayı ayrıyetten bir oda yapmıştı. Oda fazla büyük sayılmazdı. Koyu mor pastel renginde boyanmış duvarlar, hoş dursada biraz ürkütücü gibiydi. Masa ve sandalye oldukça uygun ve odaya uyum sağlıyordu.
Bülent hoca, telefonu çaldığında hızlıca telefonu alarak dışarı çıktı. Dosyaları düzenlemek nerdeyse bitmek üzereydi. Seren, Bülent hocanın masasında duran dosyaları da getirip önümdeki sandalyeye koydu.
Hepsini yerleştirdikten sonra geriye sadece bir dosya kaldı. Diğer dosyalara benzemiyordu. Farklı mavi tondaydı. Sayısıda yazmıyordu. Kimin dosyasıydı acaba. İçine gözatsak Bülent hoca kızar mıydı? Bize emanet sayılırdı, içine bakmamız doğru olmazdı. Seren de merak eden gözleriyle dosyayı inceliyordu. Sadece ilk sayfasına bakıp kimin olduğunu öğrenmemiz bile bizim için yererliydi aslında.
Ne benim ne de Seren'in dayanabilecek gücü vardı. Dosyanın kapağını açtım.
"Bulut Karayal"
Şaşkınlık içerisinde birbirimize baktık. Demek Bulut Karayal'ın dosyasıydı.
Bulut Karayal.***
Derslerle aram iyi değildi. Hocalarla iletişimim fazla olmazdı. Sessiz kız olarak bilinirdim. Sınıftakilerle iletişimim ne kadar çok olursa olsun, sadece sınıfta kalırdı.
Boş derslerde ya da atıldığım derslerde spor odasına giderdim. Soyunma odasının kapısı genelde kapalı olurdu. Kapıya yüklenip , kapı kolunu yukarı kaldırdığımda kapı açılırdı. Spor hocası , spor salonu ile fazla ilgilenmezdi. Bende rahatlıkla zamanımı geçirirdim. Burayı seviyordum. Mutlu hissettiriyordu. Kimsenin olmadığında gelirdim. Tek takılmak sıkıcı olsada rahat hissettiriyordu.
Basketbolla aram iyi olmasa dahi basketbollu seviyordum. İlla topun potadan geçmesi şart değil di. Yere düşüp sekmesi , salonda yankı yapması bile benim için gayet yeterliydi.
Kapıyı açtıktan sonra 7 numaralı olan dolabımı açtım . 7 numara benim için uğurlu rakamdı. Gerçek dolap sayım farklıyken, sırf bu dolabı almak istediğim için kızın tekinden zorla almıştım.
Gri eşofmanlarımı giyip , 1-2 tane basketbol topu aldım . Odadan çıkıp topları potanın olduğu alana attım. Hem sesini seviyordum hemde stres attıyordum. Topları potaya atmaya çalıştım , kötü değildim ama iyi de sayılmazdım.
Basketbol oynadığımı kimse bilmezdi. Sadece Seren burda olğumu bilirdi, ama tam olarak neden burda olduğumu bilmezdi.
Rastgele atışlarımın arasından çoğu potaya giriyordu. Basketbol oynasam dahi boyum pek uzun sayılmazdı. Saçlarım omuz hizasına gelir. Açık kahve renğindeydi .Gözlerimde kahve renkti.
Oyunu ne kadar sevsem dahi arada sıkıldığım olurdu. Sonuçta tek başıma oynuyordum. Potaya atmayı bırakıp topu sahada sürdüm. Sesizce şarkı mırıldanıp , hızımı artırıyordum. Arada kendimce hareketler yapıyordum. Buna dans da denilebilirdi.
Elime geçen topu, top selesine attım. Diğer topla oynarken sesler duymaya başladım. Normalde kimse olmazdı dersin sonlarına doğru kim gelebilirdi ki buraya, yoksa ders için beden hocası mı gelmişti. Elimdeki topu top selesine gönderip kapıdan çıktım. Gelenler 4-5 kişiydiler arkalarından ışık geldiği için kim oldukları belli olmuyordu. Farklı kapıdan geldiklerinden dolayı beni fark etmediler.
Okulun içinde formadan başka kıyafetle gezmek yasaktı. Giyinme odasına da gidemezdim.
Dersin kimya olduğunu hatırladığımda rahatladım. Kimya öğretmenimiz gençti, bize anlayış gösterdiği için diğer hocalara ğöre rahattık. Okuldaki bütün öğrencilerin hocayı sevdiğinden emindim. Derslerde şakalaşarak anlattığı için kimyayı çoğu öğrenci seviyordu.
Sınıfa koşup yerime geçtim ben yerime geçer gecmez kimya hocası geldi.
Her zaman olduğu gibi uzun adımlarıyla içeri girerek masasına çantasını koydu.
"Asitleri ve bazları ,anamız ve babamız gibi düşünün anamız vurduğunda kızartır babamız vurduğunda morartır. İşte arkadaşlar tam olarak da böyle"
Şiveli konuşması, ders konularını günlük hayatımıza benzetmeleri sayesinde ders daha eğlenceli ve çoğu öğrencinin katılmasını sağlamış oluyordu.
Derslere katılan öğrencilerden biri olmamışımdır hiç.
Bacaklarımın yorgunluğunu yeni farkediyordum. Yorgun olduğum için de fazla ders dinlememiştim. Derslerde fazla uyuyamazdım, uyuyabilmem için sesizlik olması gerekiyordu ki kimya dersinde sesizliğin olması imkansızdı. Gerçi sessiz olsalar bile insanlar içinde uyuyamazdım.
Kimya hocası çok iyi olması ve dersini çok güzel anlatmasına rağmen fazla dinlemediğim için 1. Dönem kimya dersinden kalan tek kişiydim. Okul da diğer sınıflarda kimyadan kimler kaldı ya da kaç kişi kaldığını bilmiyorum ama sınıftan sadece ben kalmıştım.
Bu yaşıma kadar sessiz biri olduğum için devamlı hocaların beni konuşturma çabalarından bıkmıştım. İlk okulda en çok konuşanların içlerine oturtulurdum hep, neyseki lisede bu durumdan kurtulmuştum. Tabi 10. sınıfların en konuşkan sınıfında olduğumu saymazsak. Sesizliğimden dolayı öğretmenler benimle konuşan kişilere fazla birşey demez ve ben konuştuğumda da fazla tepki vermezdi. Zaten nadiren konuşurdum.
Sessizliği seviyordum. Sessizdim ben. Konuşturulmaya çalışılan ama konuşmak istemeyen kızdım ben.
Etrafımdaki insanların konuşmalarını dinlemek . Gülüşlerini seyretmek bile benim için yetiyordu aslında. Belki de böyle olması gerekiyordu.
"Asya Kayra!!
Offf yine mi dalmışım. Oha tahtada ki şeylerde ne öyle! Ben bön bön tahtaya bakarken hocanın ters bakışlarını hisettim tam hocaya bakacakken, Berk'in sırasından kalkıp yaklaştığını gördüm. Acaba ne pilanı vardı da ayağa kalktı.
"Hocam 2 dakika tuvalete gidebilirmiyim "
"Hayır Berk!" Bunu Keskin bir sesle söyleyip, tekrar bana baktı. Tahtadakileri anlamayacağımı anladığım da Berk'e baktım . Berk sırasından kalkıp hocanın arkasından bana bakıp birşeyler anlatıyordu ki ben hiçbir şey anlamadığımdan, kaş göz işareti yapıp analamadım dedim . Berk sinirlenmiş olacak ki benim kaş göz işaretimi abartılı bir şekilde yapıp kafasını sallayıp gözlerini pörtleterek bana baktı. O sırada hoca da fark etmiş olacak ki arkasına döndü. Berk yavru köpek bakışlarıyla hocaya bakarken gülmemek için kendimi zor tuttum.
" Hocam 2 dakika tuvalete gidebilirmiyim"
"Hayır!"
"Hoca-"
"Hayır!"
"Ho-"
"Nereye gidersen git! İki dakika içerisinde burda olucaksın! İtiraz istemiyorum. Yoksa kimyadan kalırsın!"
Tek nefeste söylemişti anlaşılan artık Berk'in dersten kaytarma, dersi kaynatma ve sacma sorularından bıkmıştı.
" ama hocam onun çıkması 2 dakikadan fazla sürüyo "
Iyyy yine Berk'in iğrençlikleri tuttu
"120 "
"Ama hoca-"
"119 - 118"
Berk kapıya doğru fırlayarak kapıyı hızlı birşekilde açtığı için duvara çarpan kapının sesi koridorda yankı yaptı. Esma sultan yani okulun paspasını yapan 40-45 yaşındaki teyze "Lan oğlum yavaş gel daha yeni sildi-" cümlesini bitiremeden kovanın düşüş sesiyle patırdama sesleri geldi.
Sınıfta, herkes birbirine endişeli bir şekilde baktıkdan sonra aramızda sessizce gülüştük.
Tahtadaki soruyu hocanın yardımlarıyla çözerken, kapının küçük olan camına yüzünü bastırarak bakan Berk'i fark ettim sanki camdan bakıyo gibi değilde cama çarpmışta üşendiğinden kafasını çekmemiş gibi duruyordu. Ben kapıya bakarken hoca hızlı adımlarla kapıya yürüyerek kapıyı açtı. Kapının açılmasıyla Berk' de kapıyla birlikle geri gitti. Emrah hoca yani kimya hocamız Berk'in kulağından çektiği gibi Berk'i sınıfa yönlendirdi. Berk sırasına geçerken tuvalet kağıdıyla sardığı kolunu ve başını sargı yaptığını fark ettim, arka çebine baktığımda ise bir sürü peçeteyi sıkıştırıp sığmayan peçetelerin yere sarktığını fark ettim. Berk'in sıra arkadaşı ve en iyi dostlarından biri olan Göktu Berk'in sarılı olmayan kolundan çektiği gibi sırasına otutturdu. Berk'in dizleri ,paçaları ve hafif lakosu ıslak olduğu için üzülsemde gülmemek elde değildi.Göktu, Berk'in sarılı alnına vurduğunda,alnı yaş olduğu için"şlapp!" diye ses geldi. " Bu ne lan böyle !" Göktu'nun sesi kızgın gibi çıksada yüzünü gülmemek için tuttuğu her halinden belliydi.
"Esma Sultan yerleri çilalamışta, bir deneyim dedim! 2 dakika olmuşmudur?"
"!?""Oğlum şaka mısın sen?"
"O,bu değilde kafayı çok feci vurdum."
" Vura vura bütün hücrelerini öldürdün zaten"
" Yok kanka 2 tane daha var"
"İyi bari en azından eksilerde değil"Tam hocayla bütün sınıf gülüşürken Emrah hoca elimdeki kalemi hızlı bir şekilde alınca korktum,eline aldığı kalemi Berk 'e fırlatınca Berk şaşkınca etrafına bakıp kafasını tuttu.
"Al işte 1 hücrem kaldı"
"Yeter artık susun! Bu kadar şamata yeter!" dedikten sonra tahtaya döndüğünde hocanın güldüğünü fark ettim.
"1 hücrem kaldı diyorum, şamata diyo "kısık sesle söylemesine rağmen sözcükleri anlaşılır şekilde söylemişti.
" Lan bi sus beynine giden damarlar mı tıkalı anlamıyorum ki"
Açık olan kapıdan nöbetci öğerenci sınıfa girip elin de ki kağıdı Emrah hocaya okutturup tahtanın önüne geçti.
"Asya Kayra, Bülent hoca odasına çağırıyor"
Nasıl yani, beni neden çağırmış olabilirdi ki? Nadiren çağrılırdım ya nöbetçi olduğumda ya da aile konusu olduğunda çağrılırdım. Sınıftan çıktığımda nöbetçinin yürüyüşü dikkatimi çekti, fazla kendini beğenmişin tekine benziyordu, siyah düz saçlarının üsten dağınık bir şekilde toplaması ayrı bir hava katmasına rağmen yüzüne sürdüğü fondoten, maske gibi durduğundan komik görünüyordu. Kız uzun boylu, zayıftı üstündeki formalar üzerine fazla yapıştığından sanki pantolonu patlayacak gibiydi. Bir an gülecek gibi oldum, kızın peşinden giderken üzerimde formalarımın olmadığını fark ettim. Acaba bunun için mi çağrılmıştım. Eğer bunun için çağrıldıysam fena halde azar işitiçektim. Nöbetçi kız çoktan yerine gitmişti, bana bakıp"Müdür birazdan gelir, odasında beklemeni söyledi." Kıza bakış atıp merdivenlerden daha hızlı ve sallanarak inmeye başladım. Müdür odasına geldiğimde odadan daha çok gülme sesleri geldiğini fark ettim. Yarım açık olan kapıdan içeri göz attım. Bülent hocanın sandalyesi boş ve misafir koltuklarında oturan Bulut Karayal'ı ve arkadaşlarını gördüm. Bulut tekli koltukta yayılarak oturmuş, saçları terden sonra kuruyup dağılmış saçlarıyla hoş duruyordu. Bir an kendime, bu şekilde düşündüğüm için kızdım. Sol elimle kapı kolunu hafiften tutmuştum. Bulut'a çok dikkatli baktığımdan Bulut'da kapı tarafına baktı. Gözleri gözlerime değdiğinde çok endişelendim. Bulut kalkmak için haraket ettiğinde panik yapıp kapıyı kapattım. Kolumdaki bileklik kapı koluna takıldı, çıkarmaya uğraştığımda kapı kolunun hareket etiğini fark ettim ve kolumu çok hızlı çektiğimden bilekliğimin boncuğu düştü. Bir an almayı düşündüm ama kapı açılmaya başladığından koşarak merdivenlere gittim. Bülent hocaya çarpmamak için zor durdum. Bülent hoca yüzüme bakıp tebesüm etti,gözlerinde farklı bir şeyler vardı,sanırım ilk kez Bülent hocayı bu şekilde görüyordum.
"Gel bakalım küçük kız " diyerek sağ elini sağ omzuma koydu ve rehber odasının yanında ki odanın önünde durdu. Kapıyı açıp "Sen bekle seslenince gelirsin" kafamı evet anlamında salladım. Bülent hoca kapıyı kapattı. Odanın koridora bakan camından Bülent hocanın gidişine baktım. Bilekliğim geldi aklıma acaba hangi boncuk düşmüştü 5 yaşımdan beri biriktirdiğim boncuklarla yapmıştım.1 metre uzunluğunda siyah ipin üzerine geçirdiğim bonçuklardan oluşturmuştum. Her boncuğun bir anısı var ilk bonçuğumu ,babamın mesleğinden dolayı Kastamonu 'ya taşınmıştık,annemle babamın devamlı tartışmalarından bıkmıştım. Devamlı tartışıyorlardı ve sanki hiç bitmeyecek gibiydi. Çok sinirlenip kimsenin haberi olmadan evden kaçıp sahil kenarına gelmiştim. Saat 3-4 gibiydi. Hava çok serindi ,rüzgar esiyordu , karanlıktı. Denizin dalgaları sahile vuruyordu, havaya aldırış etmeden daha çok koşuyordum, bir kayığın üzerine çıkıp içindeki eski battaneyi üstüme örtüp denizi izledim. Deniz sanki rüzgardan değilde nefretinden, vuruyordu sularını kıyıya.
Uykuya dalmıştım. O âna kadar hiç ağlamamıştım ama uyandığımda göz yaşları içinde buldum kendimi bir an nefessiz kalmıştım. Uyandıktan bir kaç saniye sonra kendime gelebilmiştim. Kayıktan zar zor inip koşarak uzaklaşmıştım. Sanki bir şeyden kaçıyordum. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Sanki martılar yol gösteriyormuş gibi martıları takip etmiştim. Karşıma tahtalardan yapılan ev çıkmıştı. İçeriden tıkırtılar gelmişti, merak edip içeri girmiştim. İçerisi maviye boyanmış duvarlarda el yapımı taplolar asılıydı. İçerisi çok kalabalık duruyordu birsürü küçük el yapımı süsler vardı. Tablodaki resimler çok ilginçti. İnsanlar içinde kaybolan kızın figürü, denizin derinliklerinde cenin pozisyonunda oturmuş genç, çukurun içinde elini yardım için uzatan küçük kız gibi bir sürü resim vardı. Benim en çok dikkatimi çeken resim, gökyüzünde yakından çizilmiş martı olmuştu. Tüylerindeki renk tonları çok hoşuma gitmişti. Odanın köşesindeki masada birşeylerle uğraşan amcanın bana baktığını fark edip tebessüm ettiğini görmüştüm. Bana birşeyler anlatıyordu ben resimle ilgilenirken. " Güvenecek kişi kalmadığında kendi kanatlarına güvenmelisin küçük kız."demişti. O an hiç bir şey anlamamıştım. Sandalyesinden kalkarken yaptığı şeye baktım çok küçüktü . Asılı olan siyah iplerden birini çıkartıp yanıma geldi. Elindekini yakından daha iyi görebiliyordum. Güneş ışınları odanın içine geldiğinde elindekini daha net bir şekilde göre biliyordum. Parlıyordu. İpe geçirip boynuma astı. Asmadan önce yüzüme çok dikkatli bakmıştı. Ağladığımdan gözlerim acıyordu. Amca gözlerime bakarken bir an ağlayacak gibi olmuştum. Amcaya sarılmak istiyordum. Sarılırsam ağlayacağımı da biliyordum. Ama en çok sarıldığımda amcanın bana kızmasından korkuyordum. Amca sanki yüzümden anlamış gibi tebessüm edip sarılmıştı, " Bak küçük kız güçlü durman gerekiyor. Hemen pes edemezsin. Şu an belki beni anlayamayabilirsin beni ancak büyüdükçe anlayabilirsin." Demişti. Ve gerçekten o an hiçbir şey anlamamıştım.
Martı şeklinde boncuğumu bulamayınca çok kötü oldum, kapının oralara düşmüş olmalıydı. Aceleyle odadan çıktım. Müdürün odasının önüne giderken koridordan Bülent hocanın sesi yankılandı. "Asya Kayra hadi kızım rehber odasına gel." Yerlere göz attım, hiç bir yerde gözükmüyordu. Hızlı adımlarla rehber odasına gittim.
Devamı gelecektir.Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Yorum yaparsınız çok sevinirim yorumlarınız benim için çok degerli. Eleştirilere açığım...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
VAZGECME
Teen Fiction16 yaşında ki kızdan, arkadaşlarından bahsediliyor... Daha fazla bilgi yok ✖ Okudukca anlarsın ... Seveceğinden eminim...