1. BÖLÜM

44 1 0
                                    

Gözlerini yavaşça aralanırken alarmın sesi tüm odayı doldurmasıyla çalan şarkıya eşlik ediyordu neşeli kız.
Henüz 15 yaşında olmasına rağmen çok şey yaşamıştı hayatta en sevdiği can yoldaşı Sude ile. Fakat bilmiyordu ki daha yolun başında olduğunu.

Deniz, yılmaz bir özgüvene, olgun bir kiraz kadar kırmızı dudaklara, çoğu kişinin estetikli sandığı kalkık küçük bir burna, kömür kadar siyah saçlara ve kabarmaya başlamış hamur gibi puf puf yanaklara sahip, güçlü, başına buyruk bir kızdı.
Deniz'in annesi Selma, ufacık bir ağza ve küçük bir burna sahip, kısa boylu, kilolu bir kadındı. Bakılacak özel bir yeri ve güzel bir giyimi yoktu ama bu kocasını aldatmasına ve iki kızının hayatını mahvetmesine yetmişti. Birde ileride doğacak çocuğunun babasız büyüme-sine.
Deniz'in babası kalp cerrahıydı, özel bir hastanede yönetici ortağıydı. Akşam yemeğinde çoğunlukla konuştuğu konulardan biri de balıklardı. Boş zamanlarında hobi olarak balığa gider ve fazla tutunca onları satardı. Hatta bir mesleği olmasa balıkçılık yaparak evini geçindirebilirdi. Mehmet, balıkçılık konusuyla çok az ilgisi olan tartışmada bile "Balık tutmak zeka ve birazda şans işidir." derdi. Lüfer, levrek, karagöz en sevdiği balıklardan birkaçıydı sadece.
Birde tarihe olan merakı onu çok bilgili biri gibi kılıyordu âdeta. Tanıdığı tüm tarihçilerin neredeyse her kitabını okumuş ve tartışma programlarını izlemişti.

Deniz' den iki yaş küçük olan Sinem, Mehmet'in söylediği herseyi yalayıp yutmuş gibi görünüyordu ve bu bilgilerin üzerine her defasında doğru veya yanlış olarak yenileri ekleniyordu.
Sinem, yeşil gözlü, sarışın ve esmer bir kızdı. Boş zamanlarında birlikte keşfettikleri yabancı rock veya metal şarkıları dinler ve duydukları kadarıyla eşlik ederlerdi. Sinem böyle zamanları hiçbir şeye değişmezdi.

Denizlerin evi bir tepe üzerindeydi ve evin ikinci katındaki balkondan yaşadıkları yerin tüm ayrıntılarını görebilirdiniz: yaklaşık bir buçuk kilometre uzaklıktaki şehir merkezini, tarlaları, mezarlığı, hayvanlar için otlakları; tüm bunlar çitlerle ve çakıllı araba yollarıyla çevrelenmişti. Evlerinin dışındaki hava çoğunlukla çevrelerinde ahırlar olduğu için keçi ve inek kokardı. Baharın sonlarında yaz yağmurlarının kokusu da dışarıya çıkıp koklamaya değerdi.

Alarm sustuğunda nihayet o da susmuştu. Havanın güzel olup olmadığına bakmak için pencereyi açarak kokuyu içine çekmesiyle "öhygg"
diye bir ses çıkardı. Bu kokudan artık gerçekten bıkmıştı. İneklerin böğürmesinden, keçilerin pis kokusundan, gece olunca köpeklerin havlamasından...
Suratını ekşiterek camı kapadı ve bir yatağına bir de saate baktı ve yatağa girip yorganı kafasına çekti. Tam dalmıştı ki aşağıdan gelen tıkırtılar ilişti kulağına. Tekrar ayağa kalktı ve merdivenlerden aşağıya birer birer inerken bu sesin kapıdan geldiğini anladı, kapı çalıyordu.
"Bu saatte kim geldi?" diye aklından geçirirken büyük bir hışırtıyla kapıyı açtı.

Karşısında babası ve yanında da sarı saçlı, ela gözlü, uzun boylu bir çocuk duruyordu. Biran çocuğu süzme işlemini bitirip gözlerine baktığında ona sırıtarak baktığını fark etti. O da saçma sapan sırıtmaya başladı ta ki babasının sesine kadar. "Kızım artık içeri girebilir miyiz?"
Deniz hızlıca kapının önünden kenara çekildi ve gelenleri güler yüzle buyur etti tabi ki yine babasının gülerek onu ikazına kadar. "Kızım yeni mi kalktın git üstünü değiştir gel hadi birlikte kahvaltı yapalım." Deniz bir anlığına afallasa da hızlıca merdivenlerden çıkarak odasına gitti. Aynada kendisine baktı ve ayıcıklı pijamalarıyla kendine bakan saçı başı dağınık bir Deniz gördü. Aslında ona göre bu hali tatlıydı ama gelen yakışıklı çocuğa rezil olmuştu. 
Hemen üstüne siyah tişört altına da siyah dizleri yırtık dar pantolonunu geçirdi ve siyah bilekliklerini takarak saçlarını da düzleştirip aşağıya indi.
Deniz aslında diğer kızlardan biraz daha farklıydı. Dudağında Snake tarzında piercingi ve emo style şeklinde saç kesimi vardı. Dıştan her ne kadar bulaşılmaması gereken bir tipmiş gibi dursa da içten çok duygusal ve canayakın bir kızdı tabi biraz da mazoşit.

Babasının yanağına bir öpücük kondurdu hemen ve masada yerini aldı. Kız kardeşi annesinde kalıyordu şu sıralar ve babası da hastanede olduğundan çoğunlukla evde yalnız kalıyordu zaten o en çok yalnız olmayı seviyordu.
"Berk'i iki günlüğüne ağırlayabilirsin değil mi Deniz? Deniz! Deniiizzzz!!!!!!"
Babası hem bağırıyor hemde elini Deniz'in gözü önünde bir yukarı bir aşağı sallayıp duruyordu. Yine dalmıştı deli kız.
Irkilerek kendisine geldi bir anda. "Efendim" dedi babasına dönerek şaşkınlık içinde. Babası gülerek yanıtladı onu" Bu Berk. Hani hep merak ettiğin ortağım vardı ya onun oğlu." Deniz isminin Berk olduğunu öğrendiği çocuğa dönerek hafif bir tebessüm etti ve yine babasına döndü."Ben İstanbul'da oturuyorlar diye biliyordum." dedi.
Tabağından ağzına bir salatalık atan babası çayından da bir yudum alarak "Öyle de zaten Berk bir ajansa kayıtlı ve reklam çekimleri için geldi Sakarya'ya bizde kalması daha iyi olur diye düşünüyorum hem sen de yalnız kalmazsın, ne dersin Deniz?"
Deniz aslında biraz çekinmişti ama bazı yönden de iyi olabilirdi tabi ki onunla tüm gün gezmek ve eğlenmek kulağa hoş geliyordu açıkçası. "Tabi ki kalabilir babacım ona buraları da gezdiririm hem." diyerek cevapladı babasını.
Kahvaltıları bitince bulaşıkları makineye dizdi Deniz ve babasını yolcu etmek için kapıya kadar geçirdi iki yanağına da sulu sulu öpücükler bırakarak ardından kapıyı kapattı.
Her ne kadar çekinse de Berk'in oturduğu koltuğun diğer tarafina oturdu ve ona sorular sormaya başladı. "Kaç yaşındasın?" Berk elindeki telefondan gözlerini ayırıp baktı Deniz'e ve "16" diyerek yanıtladı onu. Deniz durmaksızın sorularını yöneltiyordu ona ve o da bıkmaksızın hepsini cavaplıyordu. Deniz şimdiden bu çocuğa ısınmıştı. Daha sonra ağzından "Kanka olak mı?"diye saçma sapan bir soru çıkıvermişti. Berk'te bu soruya ufak bir tebessümle "olur" cevabını vermişti.

Birkaç saat sonra ikisi de çok sıkıldı ve biraz hava almanın iyi geleceğini düşünerek evden ayrıldılar. Deniz onu herzaman gittiği çok güzel bir manzarası olan uçurumun kenarına götürüyordu. Buraya gelirdi çam ağaçlarından gelen güzel koku, kuşların cıvıltısı, deniz manzarası için. Tüm şehir ayaklarının altında olurdu. Buraya daha önce bir tek Sude ile gelmişti.

"Çok güzel." diye fısıldıyordu Berk hayranlıkla. Daha önlerinde çok uzun bir yol vardı halbuki hem eşsiz manzarayı görmek için hem de birbirlerine hayat arkadaşlığı edebilmek için. Ama her güzel şeyin de bir sonu yok mudur? Dünya'nın sonu gibi. Gerçi Deniz'e sorsalar Dünya'ya bir daha gelmek istemezdi ya.

Arkadaşlar umarım ilk bölümü beğenmişsinizdir. İlerleyen bölümlerde Berk'in ve Deniz'in resimlerini paylaşacağım.
Dipnot: Berk'i çoğunuz tanıyor. Tahminlerinizi yoruma bekliyorum.

Karanlıkta GülümseyenlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin