Ar û Nan
Kendine doğup,
kendinde kaybolan pınarlar gibi yiterken sesimiz,
biz onda çoğaldık.
O, içimizde kaldı.
Yalın sade sesinde yaşamın renkleri vardı.
Dinledim yüreğimde,hiç görmedim.
‘Ömrüm kaç zaman’ demeden, düşledim.
Bir arzuyla dağlandım,
dumansız bir ateşti dokunamadım.
Bir yangına bakar gibi yandı gözlerim,
gözlerine bakamadım.
Yaşamı yansıtan kristal bir küreydi,
bir yüzünden yansıyan şavkı,
bütün ışıkları bastırırken,
benim yanmış gözlerimde ne kalırdı bilemem.
Ama yine de bir sonrakinde
öncekinden yüklü bir tutku teslim alırdı
Onu dinlemek, onu duymak,
uyandığımda tutsak sabahlara,
kuytuda bir menekşe bulmak,
zümrüt bir nehirde ıslanmaktı.
Bir sonsuza düşmekti onu dinlemek.
Korkudan ürpererek,
rüzgarda bir yaprak gibi titreyerek,
ama yinede dimdik,
fırtınaya tutulmuş yelken direği gibi sarsılarak,
hıza kesmiş yelken gibi dolarak
o sonsuz yolculuğa çıkmaktı.
Dinlemek onu ve beklemek,
sancılı bir güzelliğe tutulmaktı.
Yıkamadığın köprülerin başında yakalanmak,
kaçtıklarına tutulmak,
kendi ağıdına kulaklarını açmaktı,
Bir boy aynasına çekilmekti,
Yada,
kendini bir hırsız gibi yakalayıp, acıtan bir sorguya tutmaktı.
Bir ışık tufanında soluk soluğa,
çırılçıplak kalmaktı.
Ortak acıları etinde duymak,
uzak umutları, yakın hissedip
yaşamın pınarına uzanmaktı.
Yada,
gümüş sularında aşk parlayan hayata,
bir kılıç balığı gibi dalmaktı.
Çağlara uzanan sesinde
özgürlük kokardı.
Eğilmeyen başlarıyla, kadını ve erkeği
ona akardı.
Sesinde yaşamın,
sesinde kavganın,
sesinde aşkın ,
yankısı vardı.
Yiterken tüm sesler insansız sokaklarda
Yaşamın sesi onda çoğaldı
Onu görmek, yanında olmak,
gülüşüne tutunup, sesini almak,
nasıldır bilmiyorum.
Ekranda gördüm yalnızca.
Ulaşmak için sabır taşını çatlatırdım,
Ulaşamadım.
Yüreğim sesinde asılı kaldım...