GİRİŞ

77 4 2
                                    

Ağzımın kenarından akan kanı elimin tersiyle sildim.Yerdeki ölü bedene baktım, fazlasıyla acınası haldeydi.Ama kimin umrundaydı ki bu insanın acılar içinde ölmesi? Hepimiz duygusuz birer ölüm makinesiyiz.Tek düşündüğümüz insanları öldürürken aldığımız zevk ve kanın ağzımızda bıraktığı lezzet.En azından ben de bir kaç ay öncesine kadar böyle biri olduğumu sanıyordum.Ama bu bir kaç ay içinde sanki bende bir şeyler değişti.Bu değişikliği ilk kez Robert küçük bir kızı acılar içinde öldürürken fark ettim sanırım.Küçük kızın attığı o acı çığlıklar bana birini anımsattı.Kız kardeşim Julia'yı.

300 YIL ÖNCE......

12 Kasım 1713

Küçük bir evde annem, babam ve kardeşimle birlikte yaşıyorduk.Evimizin önünde büyükçe bir tarlamız vardı , annem ve kardeşimle birlikte bu tarlada çalışır geçimimizi böyle sağlardık.

Bu gün ayın 12 si.Beş gün sonra 18 yaşıma girecektim ama bu gün olanlardan sonra hiç bir zaman on seizime giremedim.

Yağmur o kadar aniden yağmıştı ki kendimi eve zor attım.Minderleri eskimiş kanepemizde oturmuş yağmuru izliyordum.Elim boyunuma gitti ve  kolyemin boynumda olmadığını fark ettim.O kolye bana büyükannemden yadigardı ve benim için çok önemliydi.Bir an bile düşünmeden evden dışarı çıktım.Tarlada her yere koşuyor kolyemi arıyordum.Yağmura aldırmadan , çamurlara bata çıka kolyemi aramaya devam ettim.Sonra az ileride bir adam gördüm.Öylece duruyor ve bana bakıyordu. sonra elini havaya kaldırdı ve kolyem parmaklarının arasından sallandı.Yanına gittim şimdi tam karşısında duruyordum.En fazla 19-20 yaşında gösteriyordu ve yüzü pürüzsüzdü.Hafifçe gülümsedi "Sonunda geldin Elizabeth" dedi.Fazlasıyla şaşırmıştım, öylece ona baktım.Beni baştan aşagı süzdü, yağmur yüzünden elbisem üstüme yapışmıştı ve saçlarımdan su damlıyordu."Söz veriyorum sana vereceğim hayatı seveceksin.." Ben daha ne olduğunu anlayamadan bana sarıldı ve dişlerini boğazıma geçirdi.

10 Ağustos 2013

 Robert  beni dönüştürdüğünde ilk başlarda zorluklar çektim.Ailem benim öldüğümü sanıyordu ve ben her gün onları uzaktan izliyordum.Julia'nın atan o minik kalbini duymak bana garip bir acı çektiriyordu.Bir daha asla insan olamayacağımı biliyordum.Daha sonra ailemdeki herkez ölünce sanki kişiliğimde onlarla birlikte öldü.Tamamen değişmiştim, eskiden insanları incitmekten kaçınarak -ne kadar mümkünse-kanlarını emerken şimdi onlara acı çektirmekten zevk alıyordum.

İnsanlar kan içinde yerde yatarken bana onu bırakmam için yalvarırken attıkları çığlıkları duymak içimdeki bir duyguyu harekete geçiriyordu.Saldırganlığımın önüne geçemiyordum.

Şimdi ise vampir olmaktan nefret ediyorum.Atan bir kalbim yok benim.Ben bir ölüyüm bu dünyaya ait bile değilim.Ve en kötüsü de hissedememek. Yazın sıcağı, kışın soğuğu.Bir kahve fincanın sıcaklığını.Birinden hoşlanınca kalbinde oluşan o minik çarpıntıyı. Korkuyu, heyecanı,sevgiyi. Bunların hiç birini hissedememek ne kadar acı verici değil mi? Bir daha insana özgü hiçbir şeye sahip olamayacağını bilmek.Harika güçlerim ve ölümsüz oluşum kimin umrunda? Acı çektiğim bu hayatta ölümsüz olmak bana verilmiş bir armağan mı sizce?

 Arkadaşlar bu hikayenin tanıtımıydı,beğendiyseniz yorumlarınızı bekliyorum :)

SONSUZLUKTAN UZAK-askıda-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin