Bir boşluk...
Ne acı var orada, ne umut. Ne zaman kavramı var, ne de hayal. Bu boşluğun adı ölüm...
Kardeşimin mezarının kurumuş toprağına bir kez daha baktım. O benden gideli iki ay olmuştu. Umutlarımı ve sevgi kırıntılarımı çöpe attığım o koskoca iki ay.
Elimi torağın üzerinde gezdirirken usulca gözlerimi kapattım. Onunda benimkiler gibi olan sarı saçlarını okşadığımı hayal ettim. Uzun zaman sonra ilk defa korkmadan hayal edebilmek biraz tuhaf gelmişti. Ama kararlıydım. Bugün bu iki ay boyunca ördüğüm duvarları yıkıp, yeni bir hayata başlayacaktım.
Gözkapaklarım "Gecenin bu saatinde mi?" diyerek sitem etse de, şu an uyku umrumda bile değildi. Mezarlıkta koca bir sessizlik hakimdi. Ya herkes gerçekleri görmekten kaçıyordu, ya da bir mezarlığa benim gibi gecenin bu saatinde gelecek başka bir deli yoktu.
Başka çarem olsa tabii ki bende sabah gelmeyi tercih ederdim. Ama gece uyurken birden tekrar yaşamam gerektiğini hissettim, ve bunun tek yolunun Umut'un yanına gelip artık ona veda etmek olduğunu düşündüm. Eğer mezarlığa gelmek için sabahı bekleseydim, yine vazgeçip ördüğüm duvarların ardına saklanacaktım. Gözlerimi daha sıkı bir şekilde yumup, vedaya karışan sessizliğe alışmaya çalıştım.
Ama arka tarafımdaki çalılıklardan gelen hışırtı sesleri bunu engelledi. Bu saatte ve de bir mezarlıkta kim olabilir ki? En son hatırladığıma göre, mezarlığa girerken, bekçiyi uyuyor halde görmüştüm. Derin bir nefes alıp yavaşça gözlerimi açtım ve arkamı döndüm. Ben döndükten sonra sesler kesilmişti. Bu beni daha da korkuturken, cesaretimi toplayıp,
"Kim var orada?" dedim.
Etrafta tekrardan bir sessizlik oluşurken, az önceki sakinliğimden eser kalmamıştı. Çünkü aynı sesler bu sefer yine arkamdan geliyordu. Vücudumu hafif bir titreme kapladığında, ellerimi yumruk yapıp derin bir nefes aldım. Korktuğumu belli etmeyecek bir şekilde,
"Bana bak," dedim "her kimsen hiç oyun oynayacak bir halde değilim!" diye bağırdım.
Arkamdan gelen sesler her geçen saniye bana yaklaşmaya devam ederken, artık sesler hışırtıdan çıkıp, nefes alıp vermeye dönüşmüştü. Bir tarafım dönmem için diretse de, bir tarafım burada öylece durup olacakları beklememi söylüyordu.
Kendimi yaşamın akışına bırakmamı... Nefes dahi almadan, sadece öylece beklememi. Nefesi artık arkamda hissedebiliyordum. Arkamı dönmek için ayağımı oynatmayı denedim ama hareket etmiyordu. Her hücrem orada öylece kalmış, kıpırdayamıyordum. Korkuma ve heyecanıma yenik düşerek, güçlü bir çığlık attım. Arkamdaki de eş zamanlı olarak eliyle ağzımı kapatıp, kollarımı arkamda birleştirdi ve beni tamamiyle hapsetti. Kaçamayacağımı bilsem de çırpınmaya, duyulmayacağını bilsem de bağırmaya başladım.
"Sen bücür, kardeşimin mezarında, gecenin bu saatinde ne işin var?"
Yüz kaslarım gevşerken, gerginliğimin üstümden geçtiğini ve rahatladığımı hissettim. Sebepsizce bir anda mutlu oldum. O, bir insandı. Sandığımın aksine bir yaratık değildi.
Çırpınmayı bıraktığımı görünce, ağzımdaki ellerini çekip, kollarımdaki ellerini gevşetti ve beni kendisine çevirdi. Bana uzak olmasına rağmen soğuk nefesini yüzümde hissedebiliyordum. Beni olabildiğince kendinden uzak tutuyordu. Bana dokunmak istemiyor gibi bir hali vardı.
Yüzünü seçmeyi denedim ama oldukça bol olan ceketinin kapşonunu kafasına geçirdiği için göremiyordum. Az önceki sorusuna kulak asmayarak, aklımdan geçen ilk şeyi söyledim.