GİRİŞ

42 3 0
                                    


1985 OCAK

İnsanın kanını donduracak kadar soğuk havanın evin içine işlediği bir sabahtı. Karların geçit vermediği yollarda köyden ilçeye gitmek imkansızdı. İlçeye gitmek için yeteri kadar zamanı yoktu genç kadının. Doğum sancısı başlamıştı. Bedenini ve ruhunu ele geçiren sancılar sıklaştığında çığlık atmamak için elini ısırdı . Bu hareketi bile kocasının gözünden kaçmadı.

"Senin kadar çirkin bir kadının benim çocuğumu doğurduğuna sevinmesi gereken yerde sen üzgün müsün? Bir de ağlıyorsun!" haykırarak söylediği bu cümlelerin ardından tüm hiddetiyle doğum yapması an meselesi olan kadının kafasına vurdu. Adamın abisinin karısı

"Dur abi, etme, vurma. Günahtır. Acı çekiyor kadın , bebek ha doğdu ha doğacak." Dedi. Sözlerini bitiremeden dizlerinin üzerinde yerde oturan gözyaşları sel olmuş eltisine gözü takıldı. Doğumun başladığını belli eden su akmaya, yerdeki desenli kilimi ıslatmaya başladı.

Genç kadının eltisi ve köyün ebesi , öfkeli adamı , 3 yaşındaki Ferhat'ı , 4 yaşındaki Mahsun'u , 5 yaşındaki Serhat'ı tek göz odalı evin tahta kapısından 20cm'yi bulan karların arasına çıkardı.

Bir sigara yakıp bitirme süresinin ardından bebek ağlama sesi, rüzgarın uğultuları arasında adamın kulaklarına ulaştı. Son nefesini çekti ve sigarasını yere atı. Altı delik, dondurucu kış mevsimine uygun olmayan ayakkabısıyla yere attığı sigarasını ezdi. Bir saniye dahi beklemeden fakirliğe yenik düşen, menteşelere zoraki tutunan derme çatma tahta kapıyı sertçe iterek eve daldı. Arkasından çocukları soğuktan kaçmak istercesine ellerini ovuşturup ağızlarıyla nefeslerini ısınmak için avuçlarına üfleyerek içeri girdi.

Küçük evin içinde, yer döşeğinin yanında duran odun sobası içeriye giren çocukları kucaklamak istercesine alev alev yanarak sıcaklığını yayıyordu etrafına. Yeni doğan bebek için ısıtılan su bitmiş yerine yeniden kaynamak üzere bir tencere su konulmuştu. Çocukların aç kaldığı günlerde annelerinin köy pazarından yerden topladığı kestaneler bu emektar sobanın üzerinde pişer , akşam yemeği niyetine yenirdi.

"Gözün aydın abi, bir kızın oldu. Melek gibi." Demesi üzerine adamın öfkesi sesine yansıdı.

"Kurban olduğum Allah şahit, sana bir daha el sürmem. Seni çirkin beceriksiz kadın. Karılık görevini bile yapamıyorsun. Erkek çocuk doğuracağına kendin gibi çirkin bir kız doğurmuşsun. Allah'ın belası" tükürür gibi söylemişti son sözlerini.

"Günah abi, tövbe de" Yengesi dakikalar önce doğan melek yüzlü bebeği sarıp sarmalarken "Bak, melek gibi kızın. Allah verdi canı. Karına bağırma Allah'ın aşkına."

"Allah onun da kızının da belasını versin" son sözlerini söyleyerek işsizliğin, parasızlığın, çirkin bir kadınla evli olmanın tüm hiddetini kapıdan çıkararak çarptı kapıyı. Kapının sertçe çarpılma ve menteşelerinden duyulan kırılma sesi melek bebeği korkuttu. Ağlattı.

Dakikalar önce hayata gözlerini açan buğday tenli, mavi gözlü bebek ağlarken annesi de ağladı. Kaderine ağladı. Kızının gelecekte kendi gibi yaşayacağı kadere ağladı. Kız bebeği olmasını hiç istemiyordu. Kendi gibi çirkin olursa ilerde her gün kendi kocasından dayak yiyecekti. Bildiği tek hayat buydu. Kızlar doğar, on beş yaşında kocaya gider, okuma yazma öğrenmez, kocası ne derse onu yapar. Babadan olmazsa kocadan kesin dayak yer. Ya da her ikisinden birden dayak yer. Çocuk yapar, nefes alır, temizlik yapar , nefes alır , -şanslıysa- bir çift ayakkabısı olur , nefes alır, yemek yapar, nefes alır, ölesiye dayak yer , nefes alır... Sonra nefes alamaz. Hayata gözlerini yumar hem de sımsıkı. Eceliyle ölürse kendini şanslı sayar.

Ülkenin en doğusunda adını kimsenin bilmediği, hatta devletin bile unuttuğu bu köyde genç kadın kararını verdi. İsyan etmek istemiyordu , günahtı. Ama artık emindi. Allah onu sevmiyordu. Sevseydi yanına alırdı. Sevseydi 1985 yılında kışın en zorlu geçtiği dönemde meleklere benzeyen kız çocuğunun olmasına izin vermezdi.

Gözyaşları sel olmuşken doğum acılarını unuttu. Kenarda duran üç oğluna baktı. Her biri yerde oturmuş kendi köşesine sinmişti. Ağlamıyorlardı. Babaları 'erkek adam ağlamaz' deyip asla çocuklarının ağlamasına izin vermiyordu. Melek yüzlü kızına baktı. Ağlamaktan yüzü şişmişti. Eltisi , emzirmesi için bebeğini kucağına verdi.

İçinde , tam kalbinde bir dokunuş hissetti. Doğalı dakikalar olmasına rağmen gözleri açıktı. Cam maviydi gözleri, kayınvalidesi gibi. Melek yüzlüydü. Hala doğumun verdiği kırmızılık olsa da çok güzel bir kızdı. Hiçte kendine benzemiyordu. Kendi çirkin olabilirdi ama bebeği melekler kadar güzeldi.

Annesinin kokusunu aldığında ağlaması kesildi. Kadın, anneliğin mucizesi olan sütünü vermek için emzirdi bebeğini. Gözlerini zoraki de olsa kızından ayırdı ve doğrudan eltisine baktı.

"Melek olsun adı" dedi.

"Kucağıma doğarken bende aynı şeyi düşündüm . Melek yüzlü bir kıza en çok bu isim yakışır. Sağlıkla büyüdüğünü görürüz inşallah."

İki gelin ve ebe yeni doğan bebeğe bakarken kimse kenarda oturan üç çocuğun ne durumda olduğunu merak etmedi. Fark etmedi. Üç küçük erkek çocuk az önce kapıdan çıkıp giden adamı izlerken hayatları boyunca kendilerine örnek olacak adamı izlediler. Şimdi korkmuş olsalar da zihinlerinin en derin köşesine sonradan gün yüzüne çıkmak üzere yerleştirdiler. Nasıl adam olunması gerektiği yıllar içinde babaları tarafından daha çok yerleştirilecekti zihinlerine.

BAHAR YAĞMURLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin