1. BÖLÜM: "ALASAYVAN"

3.8K 41 22
                                    

1. BÖLÜM: "ALASAYVAN"

Yaşamımda her çeşit rüzgâra, her çeşit renge, her çeşit engele her ne olursa olsun dayanırım, diye düşünürdüm hep. Daha küçücük bir kız çocuğu iken bile bazı şeyleri düşünme ihtiyacı hisseder, bana iyi gelen anları severdim. Meselâ canım o gün ne yapmak istiyor ise onu yapardım. Türlü türlü hayaller kurar, çeşit çeşit renk arasında bir tek rengi düşünürdüm. Çizdiğim resimlerde bile en çok o boya kalemini kullanırdım. Acıyı severdim. Sıcak bünyeme iyi gelirdi. Zehir içmez, asit tüketirdim. Gülmeyi sevmezdim meselâ. Herkesin önünde rahatça gülmek hoşuma gitmezdi. O zamanlar tek tutkum dans etmekti. Karanlık bir gölgeye çıkıp, tek başıma sanki babamla dans ediyormuş gibi oradan oraya savrulur, kahverengi saçlarımı gecenin rüzgârına bırakırdım. Yalnızca o zaman eğlenebilirdim. Yalnızca o zaman özgürce zincirlerimi kıra kıra kahkahalar atabilir, sevincimin bir yarısını hasarlı ruhumla ancak o zaman bölüşürdüm. Ve yalnızca o zaman dakikaların önüne geçebilir, o zaman setlerin en sağlamını çekerdim karşısına. Evet, belki biraz aykırı gelebilir çoğuna göre ve biraz da aptalca... Ama bunları düşünmek, önermelere yargı yüklemek yerine dinlemeyi, hüküm giydirmeden önce delilleri araştırmayı, cezasını kesmeden önce savunmaları dinlesek?

Ah, beni kandırmaya çalışma lütfen zira çok komik oluyorsun. Ve bu ise hiç hoşuma gitmiyor, benim. Bunun cevabını sen de, ben de gayette iyi biliyoruz... Bunun cevabı tabii ki de hayır. Zira böyle olurlarsa insanlar kendilerini o zaman koruyamayabilir, savunamayabilirler, öyle değil mi (?). Asıl bunu yapmazlar ise, kendileri suçlu olur, değil mi(?). İşte o zaman kendi îtibarları, kendi hayatları, kendi yüzlerinin aklıkları kaybolur gider ve insan içine çıkamazlar, öyle değil mi(?).

Hah! Peki, başkasının hayatını harcamak... kendi için başkasını feda etmek... ucuz bir malmış gibi önce onun yiyeceğini çalmak... onun yuvasını dağıtmak çok mu kolay?! Hayır! Bilakis bu daha zor aslında. Ama yinede... kaçınılmaz bir tür belâ gibi bir şey. Belki de o hep başarmadığımız hayat bilgisi dersinden bir parça.

Öyle ki; bazen bu hayat bilgisi sınavında bazı zamanlar geçemediğim olurdu. Çalışmama rağmen bir türlü yapamaz, kalır, ağlayarak babamdan yardım dilerdim. Beni onun çalıştırmasını ister, ancak onun bana aşılayacağı bilgilerle bu sınavdan geçmenin mümkün olacağını sürekli tekrar eder bu dersi babamla birlikte çalışırdım. O, her daim benim en mükemmel öğretmenim olmuştu. Onu sevdiğimi, onunla vakit geçirmeyi sevdiğimi bildiğini bilirdim. Düşmanlardan kaçtığımız günlerden bu yana aldığım bilgiler ışığında bu bilgileri yazılı kağıdıma döker, heyecanla neticesini beklerdim. Sonunda yüksek bir puan aldığımda sevinç nidalarım evin duvarlarını boyardı. Ve kahkahalarım yalnızca babama özel olurdu. Bir tek ona. O, bana sürgün hayatı yaşadığınızda bile ne için, kim için kaçtığında dahi iyinin yanından kötüyü, güzelin yanında çirkini de gösterirdi, bıkmadan, usanmadan. "Benim masum meleğim. Ne de güzel olmuşsun öyle. Eminim ki büyüdükçe çok daha güzel bir kız olacaksın," bu sözleri beni hep mutlu ederdi. Ona gülücüklerimin en güzelini seçer yüzüme yerleştirir kendisine seve seve bahşederdim. Işıl ışıl gözlerine. "Sahi beğendin mi baba?!" diye sorduğumda onun dudaklarından çıkacak övgüleri beklerdim. Babam bir süre bekler, beni baştan aşağı beğeni ile süzerdi. Uzun, kıvrık kirpiklerinin arasından ışıl ışıl bakar, beyaz tenine işlenmiş kirli sakalları ile tıpkı benim gibi gamzelerini çıkara çıkara gülümserdi. "Elbette! Sen hiç çirkin olur musun gözümün nuru, günahsızım benim? Her daim güzel bir bebek ve her daim tatlı bir kız çocuğu oldun annen ve benim için. Eminim ki, büyüyünce de çok güzel bir kız olacak, renklerin en güzelini üzerine giyineceksin." der kafasını hızla anneme çevirirdi. Kaçırırdı beyaz tenini sevdiğim babam. O güzel gözlerini benden esirgerdi. Yuvam dediğim kollarını hızla çeker biraz öksürerek ses tonunu ayarlamaya çalışırdı. Ne olduğunu anlayamazdım. Sadece tek bir dileğim vardı. O da; o sevdiğim güzel gözlerini üzerimden hiç çekmesin, daima benimle olsun, saniye ayırmasın isterdim. Zira o kızıl gözlerini benden çektiği an kendimi yetim, yuvasız ve çırılçıplak hissederdim. O hep baksın. Bana baksın isterdim. Anneme döndüğümde ise onun gözleri önünde dururdum. O ise bahçe kapısının pervazına yaslanmış yaşlı gözlerinin aksine, kocaman tebessümü ile bizi dinlerdi hep. Susardı ve usulca dudaklarını oynatarak bana beni sevdiğini söylerdi.

YABANCIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin