18 KASIM 1993

549 10 23
                                    

Bugün 18 KASIM 1993. Saat gece 00.00. Ve bir bebek doğdu kanlı dünyaya. O kan bebeği vahşet yaptı.

Yabancı ellerin esiri olan bu bebek daha anne kucağında ilk cinayetini işledi. Doğumu bir babanın gidişine, bir annenin soluğunun kesilişine kadar giden yaşamla boğuldu. Dünya karanlıktı. O gece saat 00:00'a vurduğunda bir kan bıçağı kesti. Kör bıçak ona köle oldu. Cinayetler ilk günahını bağışladı. Bir kalbin kanadı kızılcıktan yakılan kömür kadar azılı bir katile yenildi. Dünya bir suç işledi. Ona bir yer bahşetti. Zindan... Soğuk... Zuhur...

Her şey iki nefesin bitişiyle başladı.

İntikam vahşeti,

Vahşet kanı,

Kan ise canı doğurdu.

Dünya kalbinin kötülüğüne bir ruhun neler yapacağını küçümserken, o şimdi dünyayı yaktı ve elinde sallamaya devam ediyordu. Ta ki kulağına ezanı fısıldayamayan ve ona ismini veremeyen babasının acı vedası gibi eksik kalırken, o, bir cehennemi ateşledi. Ve cehennem o kanı almadan yanmaya devam edeceğini, söyledi.

O güne kadar.

Bugün 18 KASIM 1993.

Bugün bir devrimin doğum günü. Bugün karanlık siyahın güzel katiline meşhur yankısı. Bugün ruhların sevdiği, zehirli okların öldüğü, cehennemin kabardığı bir yanardağ günü.

O, ateş kokulu, mavi yeşil altın tozu serpiştirilmiş gözlerin günü. Kaşındaki tek bir telin günü. Beyaz tenli siyah bakışlı gölgenin günü. Bir kızıl katliamın günü.

Bir mevsimin bitişi yeni bir mevsimin ömürlerden eksildiği habercisiydi. Zaman ve sabır akıp gidiyordu. Ruhu ölü darbelerin kanlı cesetlere yıkıldığı gün, dipdiri bir nefese muhtaç olduğu gündü. Kanında tek bir umut zerresi kalan bu kana itaat ediyordu.

"Yanacaklar."

Kan ter içinde kalmış vücudu kusursuz bir mertliğe kavuşan genç adam hiç olmadığı kadar sakin ve zehirliydi. Tıpkı azgın alevlerden irinli ateşler fışkırtan yanardağ gibi...

Derince iç çekti. Şişkin göğsünü kaldıran bu soğuk hava elinde kırıldı kırılacak olan kristal bardağa daha fazla kuvvet uyguladı. Kısık bakan gözleri denizin üzerindeydi. Sağ elinde tuttuğu resim, sol elinde tuttuğu bardak ve geceye zehir sesiyle dağılan duvar saati tik takları beynine işledi. Kristal bardağın içindeki kehribar sıvı, dibi ha gördü ha görecek miktardaydı.

Bir kez daha soluklandı genç adam.

Ciğerlerine giren her temiz havaya kinle baktı. Hatta elinde tuttuğu fotoğrafı Ay Işığı'nın değdiği kadarı kadar seçebiliyorken, bitirdiği üç şişe zerre sarhoş edememişti adamı. O dirayetli ve keskin duruyordu. Fotoğrafa baktı.

Görüş hizasına kadar çıkardığı fotoğrafta iki adam vardı. Bunlardan biri genç, takım elbiseli, gür bıyıklı ve gür siyah saçlı, biçimli bedenine giydiği takım elbise ve küçük, durgun bir çocuk objektife en mert duruşları ile odaklanmış, karanlığın pelerinini omuzlarına almışlardı. Arkada ışığın saçılarak dağıttığı bir profesyonellikle yüz hatları gergin duran bir baba ve kemikli ellerinin arasında ona tutunan ama ondan da ayrılmak istermiş gibi duran küçük zehir bakışlı bir oğlan çocuğu vardı.

Birbirlerinden tamami ile farklı olup ama birbirlerinin tıpkısının aynısı olan bu iki mert adam, lacivert bakışlarında taşıdığı intikam duygusu ile birbirlerine ait duruyorlardı.

Nefeslendi.

"Hepsini kendi ellerimle yakacağım," dedi dişlerinin arasından dudaklarını kasa kasa. Konuşurken birkaç tükürükte dudaklarından sıçramış yere düşmüştü. "Hepsini ayrı ayrı cayır cayır azgın alevlerde ben yakacağım." Kehribar sıvıdan bir yudum daha alırken, içe çöken yanaklarından ötürü belirginleşen elmacık kemikleriyle kör olunası güzelliğe bürünüyordu. "Ve cehennemin ateşinde yakarken şeytanın yanında durmayacağım." Gözleri bir şeyi aramak, araştırmak, zamklamak istercesine delici bakıyordu. Bu adam cidden kordu. Ve bakışları dahi yakıyordu. "Şeytanla birlikte yakacağım. Onların alevleri ben olacağım. Uzaktan seyretmeyeceğim. Ateşi kendim bizzat ellerimle yakacağım." Baş parmağını resimdeki genç adamın üzerine koyup okşadı.

YABANCIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin