Gökyüzü ile dertleştikten sonra yağmurdan ıslanmış etrafa bir göz gezdirdim herşey darmadağın olmuşken deniz durgundu nasıl bu kadar durgun olabiliyordu etrafında herkes koşuştururken o kılını bile oynatmıyordu onun yerinde olmak istedim onun kadar umursamaz onun kadar durgun sonra herkes gibi olduğumu farkettim bende herşeyi dıştan görünüşüne göre yargılıyordum kim bilir ne derdi vardı denizinde bu düşünceler arasında yağmurdan sırıl sıklam olmuş banktan kalktım ve yürümeye başladım ne kadar zamandır oturuyordum burda,saat kaçtı,günlerden neydi hatta hangi yıldaydık hiç umrumda değildi tek umursadığım şey kafamın içindeki benimle savaş halinde olan şu düşünceleri yok etmekti çaresizlik içinde bankın hemen çaprazındaki çayocağına doğru yürümeye başladım çay içmeye gitmeyecektim eve gitmem gerekiyordu ama ayaklarım beni oraya çekiyordu düşünceler içinde içeri girdim bir kahve ver dedim eğildim oturdum masaya yapmak istemediğim şeyleri yapıyordum kahvede neyin nesiydi çaydan başka bişi içmezdim ben sanki gökyüzüyle olan son konuşmamdan sonra herşey değişmişti acılarımın çektiği yöne doğru gidiyordum.
Çeketimden dökülen yağmur damlaları masayı ıslatırken kapşonumu bilerek indirmeden masayı ıslatmaya devam ediyordum sanki o kadar sıkıntının içinde bu hoşuma gidiyordu.
İçerisi çok kalabalıktı gri duvarların boyası dökülmüş sigara dumanından gri olan duvarlar sararmıştı.
Çaycı kahveyi getirirken elindeki kahveyi dönmemek için çaba harcıyordu.
Kahveci henüz 10 11 yaşlarında bir çocuktu siyah ve bakımsız saçları ile yanıma yaklaştı ve amacına ulaşarak kahveyi masama koydu güler yüzlü bir şekilde;
Abi, yağmur yağarken neden bankta oturuyorsun sabahtan beri ıslanıyorsun dedi.
Kendimde değildim deyip geçiştirmek istedim ama çocuk öğrenmek istercesine;
-Sarhoşmusun abi dedi.
Son zamanlarda en çok duyduğum sözdü "sarhoşmusun".
-Yok dedim.
-Kahven dedi çocuk.
-Ne kahvesi dedim.
-Söylediğin kahve, soğuyor dedi.
Dumanı üstünde,sıcaklığından elimde zor tuttuğum kahveyi sadece elimi ısıtmak için kullanıyordum.Sıcak kahveden bir yudum aldım elimi yakan sıcaklık ciğerlerimi ısıtmayı geçtim aksine serinletiyordu.
Çocuk:
-Bankta kendi kendinemi konuşuyorsun abi dedi.
-Yok dedim şiir okuyorum.
-Çocuk sanki aradığını bulmuşcasına sevinerek:
Şiir severmisin abi dedi.
Sevmem mi dedim.
Zaten ondan başka neyim var diye geçirdim içimden.
Çocuk şiir kitabın varsa getirirmisin abi diye mırıldandı sessiz ve mahcup bir sesle.
Onun bu sesi içimdeki acıyı ikiye katladı tabiki dedim sen istersinde getirmez miyim diye devam ettim.
Kahvenin sonunu yudumlarken bir elimide cebime attım cebimden çıkardığım bozuk paraları kahve tabağının yanına bırakarak kalkmak istedim çocuk parayı çok bulup
- Abi bir kahve alacağın var kitabı getirince içersin dedi.
Başımı onu onaylar gibi aşağı yukarı salladım.
Çay ocağının kapısına doğru yönelirken etrafa son bir kez baktım tekrar gelirmiyim diye ďüşünüyordum çocuğa kitabını getireceğime dair verdiğim söz aklıma geldi ve kenarda okey oynayan saçı sakallı birbirine karışmış insanlara
- Kolay gelsin abi dedim.
Herkes tüm samimiyetiyle
Eyvallah yeğenim,sağolasın kardeşim gibi cümleler kurmaya başladı.
Hangi kelime hangi ağızdan çıkıyordu bilmiyordum pekte önemli değildi benim için.
Çay ocağı şeffaf naylon kaplı 4 demir gibi bir yerdi çay yapılan bir yer görmemiştim ocak arka tarafta biyerlerdeydi kapının soğuk ve nemli kolunu aşağıya indirerek bulunduğum yerden çıktım.
Yağmurun yarattığı etki geçmiş çevre kendisini gökkuşağının rengine bırakmıştı. Yolun çukur yerlerinde sular birikmişti ve denizin tuzlu suyunu içmekten bıkan güvercinler bu su yığınlarının yanında doya doya şu içiyorlardı.Botlarım bu su birikintilerinin içine girdiğinde güvercinler birden kaçışıverdiler.
Eve doğru yürümeye başladım evimiz İzmir'in denizine bakan yerlerden değildi kenar mahallelerin birisi de değildi orta halli ailelerin yaşadığı şirin ve sakin bir yerdi.Yürüyordum,yürüyordum ama ilerleyemiyordum sanki attığım her adımda düşüncelerim daha çok artıyordu.
Neyi düşünüyordum bilmiyordum ama düşünüyordum işte.
Belki bir yerde yarım kalışlarımı belkide terkedişlerimi düşünüyordum.
O böyle biri değil o öyle birşey yapmaz dediğim herkes tamda aynısını yapmıştı. Bunalmıştım artık sürekli kazık yemekten dost dediğim insanların arkamdan bıçaklamasından.
Bu düşüncelerden bi anlık kurtulup yoluma devam ettim,gökyüzüne,evlere yıpranmış insanlara bakıyordum
Her gördüğüm insanda bir nebze o vardı ya gözü ya saçı ya burnu herhangi birşeyi,benziyordu işte ona.
Mahallenin bakkalı Şükrü abinin dükkanın önünden geçerken ağzımda kalan o kahve tadını bastırmak için girdim içeri. Şükrü abi gözü gibi bakardı dükkanına bir tane toz bulamazsın dükkanın içinde her sabah usanmadan malzemelerini tek tek siler dükkanını süpürür öyle yapardı siftahını mahallede sevilen bir kişi olması ve bu tutumu onun işlerinin iyi olmasını sağlıyordu.
Şükrü abi beni görünce sanki muhabbet edecek birilerini arıyormuşcasına:
-Ooo Cemal'im gel otur şöyle dedi.
-Çay söylede içelim abi dedim.
-Tam dükkandan çıkarken çay söylemek üzere içeri girdi eline aldığı telsizle 2 çay yolla dükkana dedi.
Mahallenin kahvehanesi hemen 30 40 metre uzakta mor binalı evin altındaydı sahibi Hasan abiydi telsizin diğer ucundaki.
Hayli geçkin yaşından olacakki
Anlamadım kaç çay diye sordu.
Şükrü abi dükkana iki çay yolla abi diyerek yenilerken cümlesini ikinin üzerine basa basa bitirdi cümlesini.
Şükrü abiyle çayları beklerken;
-Eee abi nasıl gidiyor işler diye girdim konuya.
-Nasıl gitsin be Cemal'im çalışıyoruz işte senin nasıl gidiyor okul işleri bi avukat oldu güldür yüzümüzü mahallemizden avukat çıktı diye sevinelim dedi.
-Az kaldı abi dedim bu seneye seneye gitmiycem dondurdum okulu bunaldım derslerden az istirahat edicem dedim.
Derslerden değilde mahallenin güzeline olan sevgimden düşüncelerden bunaldığımı biliyormuş gibi:
İyi be Cemal im sen iyisini bilirsin dedi.
O arada kambur beliyle Hasan abi çayları getirdip masaya bıraktı.
Şükrü abi çay paralarını vermek için kalkıp ďükkana girdi.
Şükrü abi orta yaşlarda sert bir adam görüntüsü ile hafiften beyazlamış saçları ve biraz çıkık göbeğiyle mahallenin abisiydi sanki.
Hasan abi ise hayatını kahvehanede geçirmiş insan tüccarları insanın ilk görüşte ne mal olduğunu anlardı.
İnce beli ve kafasında tek tük kalmış beyazmı gri mi anlayamadığım saçları vardı. O da mahallenin bilge kişiliğiydi kimin bir derdi olsa ilk ona sorardı ama benim derdimin çaresini sormaya cesaret edememiştim.
Şükrü abi elindeki çay fişleri ile görünüyordu kapının önüne Hasan abinin elinde tuttuğu tepsiye bırakarak gülümsedi.
Hasan abi de gülümsemesine karşılık vererek: Eyvallah demekle yetindi.
Kahvenin aksine çay ciğerlerimi ısıtıyordu az önceki kendimde olmayan halimden kurtulmuş gibiydim Şükrü abi masanın karşısındaki tabureye oturdu.
Bende laf olsun diye.
-Eee abi emeklilik ne zaman dedim.
-Yaklaşıyor be Cemal im rahatlıycam emekli olsam dedi.
-Doğru abi bu devirde emeklilikten iyisi yok dedim.
Bacak bacak üstüne atıp etrafı seyrederken çayımın son yudumunu alıp ayağa kalktım ve içeride müşterisiyle ilgilenen Şükrü abiye
Görüşürüz abi diyip el salladım oda görüşürüz dercesine başını sallayıp elini göğsüne götürüp göğsüne iki kez vurdu.Evin merdivenlerini çıkarken annemin yaptığı nefis yemek kokularıyla içeri girdim.
Hemen odama girip yatağa attım kendimi düşüncelerden uzakken uyumak istiyordum ne zamandan beri başaramadığım uyumak eylemini başarmak için gözlerimi kapattım.