yemek salonunu kaplayan telaş önceki günler ile aynıydı. donatılmış masa, misafirler için daha da fazla abartılmıştı. prensler geleli üç gün oluyordu. hepsi kendi arasında konuşup eğleniyor, yaşanan birkaç tatsız olay dışında her şey güzel ilerliyordu.yerlerine oturmuş, başı çeken kral lee'nin komutunu bekliyorlardı. kralın sağ tarafında felix otururken, sol tarafında hyunjin yer alıyordu. bir önceki gün yaşananlar yüzünden minho kardeşiyle karşı karşıya gelmeyi istemediğinden, babasının kendisini değil de hyunjin'i yanına istemesi işine gelmişti. kendisi de kapıya yakın olan tarafta, jisung'un yanında yer alıyordu.
"başlayabilirsiniz." kral lee'nin komutuyla kahvaltıya başlanmıştı.
yarım saat süren atıştırmanın ardından prensler ve hizmetkarları av için hazırlanmış, saray dışına çıkmışlardı. yan yana yürüyen minho ve jisung gülüşüp konuşuyorlardı.
"bu birleşmenin en iyi yanı sizinle tanışma şerefine nail olmam, prens ji."
"ben de sizinle tanıştığım için seviniyorum. han krallığına geldiğinizde iyi ağırlanacağınızdan emin olacağım." ikisi arasındaki samimiyet ilerlerken, minho'ya eğitim için gitme fikri artık kötü gelmemeye başlamıştı.
"beni en iyi şekilde idare edeceğinize eminim. bu arada kral han'ın sağlık durumu hakkında bir bilgi var mı?" ormanlık alana ilerlemeye devam ediyorlardı. diğer prensler çoktan önlerine geçmişti.
"henüz mektup alamadım. iki yıldır döşeğinden emir yağdırıyor zaten, buraya gelmemi de kendisi istedi. çok acil bir şey olmadığı sürece mektup yazacağını sanmıyorum." omzunda tuttuğu yayı kolları arasına alıp, elinde taşımaya başladı.
"burada dağılabiliriz. çok ses çıkarmadan avlanalım!" hepsi bir yana dağılırken, chris küçük olanın yanına gidip şans dilemişti.
felix çiçeklerle kaplı alandan çıkıp kuytu köşelere adımlarken, bulduğu yere çömeldi. nasıl olsa avlanmayacaktı. herkesin avlanması bitince kalkıp yanlarına giderdi.
hafif esen rüzgar sarı uzun saçlarını havaya kaldırıyor, alnını okşuyordu. bir omzunda asılı olan yayı, diğer omzunda ise oklarını koyduğu torba vardı. ikisini de omzundan ayırıp yere, yanına doğru usulca bıraktı. karşısındaki ağaçların olduğu yerden hışırtılar gelince dikkat kesilip o yöne bakışlarını çevirdi.
gördüğü rakunla birlikte gözleri telaşla etrafa bakındı. kendi başına otlayan tavşanı görünce panikle elini yanına atıp yayını yerden aldı. sessizce oku da eline alacakken arkasından gelen sesle irkildi.
"burada oturmuş ne yapıyorsunuz?" hyunjin'i sessiz olması için kolundan tutup yanına çekiştirdiğinde, mavi irisler felix'in bu hareketine karşı şaşkınlıkla açılmıştı.
yanına çektiği bedene doğru eğilmiş, "sessiz ol, hedefimi kaçıracaksın." diyerek kulağına doğru mırıldanmıştı. bu kadar yakınına girmesiyle heyecanlanan hyunjin ise sessizce yutkunmuş ve bakışlarını ağaçların arasında, avına yaklaşmaya çalışan rakuna dikmişti. bu kadar yakınındayken bile felix'in feromon kokusunu alamaması garibine gitmeye başlamıştı. tam soracakken, felix yerinde kıpırdanmış ve yayını dikkatle germişti.
tavşan daha yavruydu ve büyük ihtimalle rakun saldırsa kaçamazdı da. okunu asla kullanmayacağını düşünen felix ise çoktan pozisyonunu alıp rakunu hedef almıştı.
hareketlenme olduğunu gördüğü gibi oku fırlatmış, tam isabet ettirmişti. elindeki yayı aldığı yere geri bırakırken, ayağa kalkıp sakin adımlarla tavşana doğru yönelmişti. korkutmadan eline almak istiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
royaume, hyunlix
Fanfictionbirbiriyle buluştuğunda yanan gözler, yoğun duyguların altında ezilen bedenler... bu savaşın içinden bütün olarak çıkabilecek kadar güçlü müyüz biz? -düzyazı- ©2022