muhafızların dolu olduğu büyük salona girdiklerinde etrafa bakındılar. üstlerinde bir çözüm bulmuş olmanın getirdiği rahatlık vardı. hyunjin'e de ne yapacaklarını kısaca anlatmışlardı. gerçi tüm iş jisung'a bakıyordu.kral odasında, prensler ise büyük salonda vakit geçiriyordu. ortalıkta görünmeyen chris ise konuşmak için kralın odasına çıkmıştı.
"oturun, prens chris. bir sorun yoktur umarım?" ayaktaki bedeni ne kadar süzse de gencin yüz ifadesinden duyguları hiçbir şekilde anlaşılmıyordu.
kralın karşısında yer alan sandalyeyi çekip oturduğunda dudaklarına yerleştirdiği gülümsemeyle kırışıklarla dolu olan yüze çıkardı bakışlarını. kral lee iyi bir yöneticiydi. tek bir lafıyla herkese korku salabilecek, dediğini yapmaktan asla vazgeçmeyecek ve tatsızlıkları kolaylıkla ortadan kaldırabilecek biriydi.
"sağlığınız sıhhatiniz yerinde mi efendim?" ellerini masanın üstünde konumlandırıp birleştiren kral lee yüzündeki tebessümle onaylayıp, "krallığı bir on yıl daha yönetebilirim." diyerek yanıtladı.
"bunu duyduğuma sevindim. bir konu hakkında ki fikirlerimi sunmakiçin gelmiştin yanınıza." diyerek devam ettirdi sözlerini. bu kadar ani girmesi böyle durumlarda saygısızlık olarak nitelendirilebilirdi lakin durumun uzaması küçük kardeşini çok üzeceğe benziyordu.
"dinliyorum." ciddi ses tonu ve çatılmış kaşları ile bakıyordu karşısındaki gence.
genzini temizleyip karşısındaki beden gibi ciddiliği elinden bırakmadan, "prens minho'nun cezasını çektiğini düşünüyorum." dedi. "zindandan çıkartmanızı rica etmek için geldim."
kral lee duyduğu cümlelerin ardından şaşırmıştı. oğlunu henüz oradan çıkartırsa düello gibi bir sorunla tekrar karşılaşabilirdi ve bu sefer geri dönüşü olmazdı. prenslerin on günlük ziyaretinin bitmesine az kalmıştı ne de olsa. chris'in niye bu iyi niyet gösterdiğini de anlamıyordu, bang ailesi kolay kolay böyle şeylerin peşini bırakmazdı normalde.
kral lee düşündüklerini dile getirmeden önce, "affettiniz mi onu?" diye sordu. altında başka bir neden olup olmadığını anlaması gerekiyordu. dost olsalar bile bu bir gün ihanet edilmeyeceği anlamına gelmezdi.
"sadece bu hatasını görmezden gelmek istiyorum." diyerek yanıtladı sorusunu. "bunu söylemek haddim değil ama prens minho için eğitimleri sıkılaştırırsanız olayların ciddiliğini anlar belki."
kötü niyetle dile getirmemişti bunları. tam tersine belki kafasını meşgul etmesinin tek yolu buydu onun için, eğitimle uğraşırken kardeşini de bu şekilde yormazdı. yongbok'u düşündüğünde kafasında yer edinen düşünceleri değişmiş, küçüğünü kırmamanın yollarını aramaya başlamıştı. gerçek şu ki karşısındaki yongbok'un abisi olmasaydı, o düello olmadan asla bu işin peşini de bırakmazdı.
"düşüncelerin ve endişelerin için teşekkür ederim ama henüz aklını başına topladığını düşünmüyorum. bir süre daha orada kalacak, belki siz krallığınıza geri dönene kadar yüzünü göremezsiniz bile."
yaşının getirdiği çehresindeki karışıklar, yorgunluğundan dolayı feri sönmüş o gözler çok şey anlatıyordu. her iki oğlu için de çok uğraşmıştı, her ne kadar öyle olduğunu düşünmeseler bile minho için çok çabalamıştı ve çabalamaya da devam ediyordu.
gözünde olayları her zaman yokuşa süren, her sorunun altında başkasını arayan ama asla kendisine toz konduramayan biriydi minho. iki oğlunun eğitimine, yaşam kalitesine bu denli önem vermişken, hiçbir şeyi onlardan eksik etmemişken neden birisinin uysal diğerinin ise böyle hırçın olduğunu anlayamamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
royaume, hyunlix
Fanfictionbirbiriyle buluştuğunda yanan gözler, yoğun duyguların altında ezilen bedenler... bu savaşın içinden bütün olarak çıkabilecek kadar güçlü müyüz biz? -düzyazı- ©2022