"Sizce çocuklarımızın adını ne koymalıyız Hae İn-sshi?"
Karşımda oturan ve daha yarım saat önce tanıştığım talibimden -adını söylemiş olmasına rağmen hatırlayamamıştım- gelen bu soruyla yeni yudumladığım kahveyi fincana geri çıkarmıştım.
Ben uzattığı peçeteyle ağzımı kurularken öne eğilerek telaşla "iyi misiniz Hae İn-sshi?" diye sordu.
"Özür dilerim, iyiyim."
Tanrım, elbette iyi değildim!
Annem tarafından ayarlanmış bilmem kaçıncı-o kadar çoktu ki artık sayısını unutmuştum- görücü usulü randevuda karşımdaki, annemin 'benim için biçilmiş kaftan' olarak tanımladığı ama benim adını bile aklımda tutma gereği duymadığım talibimin binlerce saçma sorusuna maruz kalmışken hiç de iyi değildim.
"Sizin gibi güzel bir kızımız olursa adını Sae Ra koyabiliriz, ne dersiniz?"
Yerimde rahatsızca kıpırdandım.
"Bu... güzelmiş."
Buradan bir an önce kurtulmalıydım. Şimdiye kadar 3 kez makyajımı tazelemek-olmayan makyajımı- 5 kez tuvalete gitmek bahanesiyle masadan kalkmıştım. Bunlar beni ardı arkası kesilmeyen sorulardan bir süreliğine kurtarmıştı ama artık beni bu kafeden çıkarabilecek garanti bir çözüm yolu bulmalıydım. Eğer boş bir bahaneyle buradan ayrılırsam annem evde çekeceği sorgu sonrası beni haşlardı.
Biraz kendime gelebilmek ve daha sağlıklı düşünebilmek adına seslendiğim beyaz saçlı garsondan bir bardak soğuk su istedim.
Beyaz. İlginç bir seçimdi.
"Peki Hae Ra'ya ne dersiniz? Ah, eğer ikiz kızlarımız olursa adlarını Hae Ra ile Sae Ra koyabiliriz, sizce de çok güzel olmaz mı?"
Ne diyordu bu adam?! Kafayı yemek üzereydim.
"Benim gibi yakışıklı bir oğlumuz olursa da Seo Joon koyarız ha?" deyip güldü. Benim ise gülüyormuş gibi yapmaktan yanaklarım sızlamıştı. Tam dudaklarını tekrar aralamıştı ki garson çocuk çıkageldi. Ve saniyeler içinde başkalarının talihsizlik benim ise buradan çıkış bileti olarak tanımladığım olay gerçekleşmişti.
Beyaz saçlı garson çocuk tam masanın önüne geldiği sırada sendeleyip dengesini kaybetti ve soğuk su dolu bardak elinde tuttuğu tepsinin üzerinde kayarak benim üzerime boşaldı.
Soğuk suyun bedenime çarpmasıyla birlikte istemsiz olarak ayağa fırladım. Manzaraya şahit olan talibim de benimle birlikte ayaklanmış, ben daha ne olduğunu anlamadan garson çocuğa bağırmaya başlamıştı.
"Seni sersem! Biraz dikkatli olsana. Ne yaptığını görüyor musun?"
Burada üzerine su dökülen benim sana ne oluyor be adam!? Ah tabi, Aklınca zavallı çocuğa dişisini koruyan horoz gibi diklenerek beni etkileyecek. Ama ben bu numaraları yer miyim? Senin sayamayacağın kadar randevuya çıktım ben, tüm o sevimsiz tavlama taktiklerinizi ezbere bilirim!
Daha fazla konuşmasına izin vermeyip araya girdim.
"Lütfen bağırmayı kesin, herkes bize bakıyor. Ayrıca onun bir suçu yok, sadece bir kazaydı."
Sözlerimle bozulan talibim ona kötü bakışlar atarken garson çocuk mahcup bir şekilde önümde eğildi. "Özür dilerim efendim ben gerçekten çok üzgünüm. Hemen bir havlu getireceğim." deyip hızla yanımızdan ayrıldı. Çok geçmeden elinde temiz bir havluyla gelmişti.
Havluyu elinden alıp sırılsıklam olan pudra pembesi gömleğimi mümkün olduğunca kurulamaya çalıştım ama yeterli değildi, ıslanan ince kumaş içimi gösteriyordu, bu halde burada duramazdım. Ama durmak isteyen kimdi? Bu, buradan kurtulmak için fazlasıyla yeterli bir bahaneydi, garson çocuk çıkış biletimi elime vermişti.
Havluyu ona geri verip teşekkür ettim ve o sırada beni izleyen talibime döndüm.
"Bu günlük burada bitirsek olur mu? Gördüğünüz üzere bu halde duramam." derken 'tüm çabalarıma rağmen kurutamadığım' gömleğimi işaret ettim. Büyük hayal kırıklığına uğrayan talibim bir şey diyememiş, garson çocuğa az önceki gibi kötü bakışlar atmakla yetinmişti.
"En azından sizi bırakmama izin verin Hae İn-sshi."
Hemen itiraz ettim, ona bir saniye dahi katlanamazdım artık.
"Teşekkür ederim ama buna gerek yok, kendim gidebilirim."
Garson çocuk hala yanımızdaydı ve mahcup bir şekilde bana bakıyordu. Bana karşı hala kötü hissediyor olmalıydı.
"Öyleyse, başka bir gün tekrar görüşmek üzere." diyen talibimi sadece başımla selamlayıp çıkışın olduğu tarafa yöneldim. Garson çocuğun yanından geçerken onun farkedemeyeceği şekilde hafifçe yaklaşıp fısıldadım, "Teşekkür ederim." Cevap vermesini beklemeden çıkışa yöneldim ve adeta bir işkence halini alan bu buluşmadan kurtulmanın verdiği sevinçle kendimi dışarı attım. Fakat hesaba katmadığım bir şey vardı; dışarısı bir kış günüymüşçesine soğuktu, oysa artık bahara giriş yapmıştık. Elbette böyle hissetmemdeki etken sırılsıklam gömleğim de olabilirdi. Esen hafif fakat etkili rüzgar gömleğime çarpıyor, içime süzülüyordu. Islak olan gömleğim ise tenimde buz değmiş etkisi yapıyordu. Uzun lafın kısası, ben donuyordum. Ve sabah güneşli havaya kanıp üzerime bir şey almadığım için bin pişmandım. Oysa annem o kadar tembihlemişti. Ama ben ona randevudan dolayı sinirli olduğum için dikine gitmiş, onu dinlememiştim. Kesin ahı tuttu!
Bunları düşünüp kendime kızarken arkamdan açılıp kapanan çıkış kapısının sesini duydum ve ardından giderek yaklaşan adım seslerini. Biri bu tarafa doğru koşuyordu. Merak edip arkamı döndüğümde onu gördüm.
Kurtarıcım, beyaz saçlı garson çocuğu.
"Neyse ki size yetişebildim!"
Memnun bir şekilde gülümsedi ve elindekini bana uzattı. Bu mavi bir kapşonluydu.
"Hava soğuk ve üzeriniz ıslak. Böyle giderseniz üşütürsünüz. Lütfen bunu giyin ve hatamı telafi etmeme izin verin."
Bir süre elindeki kapşoluya baktım.
Madem hatasını telafi etmek istiyordu-oysa ki bununla beni büyük bir dertten kurtarmıştı-, kabul edecektim. Ama tabi ki bunu kendini iyi hissetmesi için yapıyordum, yoksa az sonra bir buz tabakasına dönüşmek istemediğimden değil.
O sırada cevap vermeme gerek kalmadan o, arkama geçip kapşonluyu omuzlarıma bırakmış ve tekrar karşımdaki yerini almıştı. Teşekkür mahiyetinde gülümsedim. Fakat sonra düşüncesizlik yaptığımı farkettim.
"Peki siz, size lazım olmayacak mı?" diye sordum mahcubiyetle.
Bunun üzerine "Benim için endişelenmeyin. Evden çıkarken havanın soğuk olmasına karşın iki kat giyinmiştim, zira annem hep tembihler." deyip kıkırdadı. Bu dediği beni de güldürmüştü. Bütün anneler aynı olmalıydı.
"Ben de keşke sizin gibi annemin sözünü dinlemiş olsaydım." dedim tekrar gülerek.
O da benimle birlikte gülmüştü. O an farkettim, güzel bir gülümsemesi vardı.
"Daha fazla üşümeden gitseniz iyi olacak." dedi aramızdaki bir kaç saniyelik sessizlikten sonra.
Haklıydı. Üzerimdeki kapşonluya rağmen rüzgar kendine bir şekilde aralık bulup içime süzülüyor ve beni üşütüyordu. Kapşonluya daha da sıkı sarılıp gülümsedim.
"Teşekkür ederim, bir kez daha."
Selam~
Uzun zamandır bir Minhyuk fici yazmak istiyordum ve sonunda bu fluff tarzı fic ile karşınızdayım. Size gökkuşağı kusturacağım, hazır olun!
Lütfen Monsta X'i ve bu hikayeyi çokça sevin ♡
Son olarak, oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin olur mu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Caffeine | Lee Minhyuk
Fanfiction"Kafein gibi, bağımlılık yapıyor. Fakat son zamanlarda uykularımı da kaçırır oldu." -