Bölüm 2

73 2 1
                                    

Uzun zamandır sohbetine hasret kaldığım Eşref ağabeyimi kolundan tuttuğum gibi karşıma aldım. Çaysız gitmeyecek bir sohbet fikri bende hep hayat temennisi olmuştur. Küçük eşliğiyle yiyecek bir şeyler ekledikten sonra doldurup bardakları, muhabbetin kızışacağı yerden girdim...

-Kitabı getiren adam...

Şöyle bir kaşlarını çattıktan sonra,

-Sen bu meseleye neden bu kadar kafana taktın?

-Hiç münasebetimin olmadığı bir adam,içinde notuyla birlikte bir kitap bırakıyor sence de merak etmek hakkım değil midir?

-Yahu tanıdığın bir beydir belkide ben bilmiyorum, dedim ya yüzünü tam seçemedim hızlıca bırakıp gitti.

-Eşref ağabey, diyorum ki bu kitabı bırakan babam olmasın, belki bulmuştur beni.

Daha ağzını açmadan, yüzündeki hiddetlenmeye çoktan şahit oldum.

-Bak kızım, kulaklarını açta beni iyi dinle, daha dün gibi hatırlarım üstü yırtık kıyafetinle kapımdan içeri girişini. Sen bana geldiğinde daha on dörtlü yaşlarındaydın. Zaten İstanbul'dan kaçıp geldin buralara. Firar ettiğin yurda seninle beraber gittiğimiz vakti unutmuş gibi geçmiş karşıma babamdır diyorsun. Seni bırakanlar ardına dönüp, sormamışlar seni eh be yavrum... Bir daha lazımı gelmeyen şahısları ağzına alma. Günlerdir dükkanın içinde dört dönüyorsun, görmem, farketmem mi sanırsın. Etme. Yok yere yıllardır kendini perişan ettin. Yetti artık kendine bu kadar çektirdiğin. Bak hem evlenme yaşında geldi geçiyor artık. Gönül gözüyle senin izdivacını görmek isterim artık. Şimdi bana bir bardak çay daha doldur bakalım...

Hayatın gerçeklerini her fırsatta yüzüme vuran Eşref ağabeyinin, söylediklerini zulamda ki hakikatler çemberine ekledim. Haklı olduğunu biliyordum, ama hiçbir zaman inanmak istemedim. Neydi beni bu kadar soğuk tutan, neydi beni bir yerlerde tutunulacak bir dalımın olduğuna inandıran?... Muamma... En iyisi bir bardak çay daha içmekti...

Sohbetimiz zaten başladığı gibi bitti, etrafımızı derin bir sessizlik aldı... Baktım bende sigara kalmamış, üstattan istedim. O gün bankta içtiğim sigara bir başkaydı tabii ama...
Daha sonra, Eşref ağabey işlerinin olduğunu söyleyip, çıktı dükkanın eşiğinden, sükut adımlarla.


Dükkanın dağınıklığı gözüme ilişti, mahallenin kedisi bunları  yapıyor hep biliyorum.  Çaresiz toparlamaya başladım. O kadar eski ve yıpranmıştı ki ve bir o kadar da küçüktü ki dükkan beni tamamen bohem olmaya zorluyordu.

Üçlü rafın üst kısmını düzeltirken, Eşref ağabeyimle eskiden çekilmiş olduğumuz bir resmimiz yere düşüverdi. Arkasında, sene 1999... Bu dükkana geldiğim ilk sene. Hemen gözlerim doldu bile. İçimden bir ah geçirdim, ne günlermiş... Beni bir evlat gibi sahiplenmiş bu adam, ben hakkını nasıl öderdim.

Yaptığım işi geride bırakmama alet olan bu resim beni derinden etkiledi. Yaşamış olduğum bu hayata razı geldiğim gün üstadımla buluştuğum gündür. Ondan öncesi zaten koca bir boşluk, yetimhanedeki çocukların ağlayışları kulaklarımda, hala bugün çınlar.

İstanbul'un  işlek bir caddesindeki yetimhanede açmışım gözlerimi. Camdan dışarı baktığım zaman insanların her halini olduğu gibi izlerdim, o zamanlar. Elinde ince sopasıyla dolaşan, kötü bakışları olan bir müdiremiz vardı. Beni  defalarca kez dövmüştü. Ya çok konuştuğumdan, ya da hiç konuşmadığımdan döverdi. Aklımı başıma devirdiğim zaman, diğer çocukların yaptığı gibi bende firar ettim zaten. İşin aslı ilk kaçtığım zaman beni buldular, ikinci kaçışım büyük bir vurgundu zaten. Büsbütün memleketi terk ettim. Ankara'yı hep duyardım, öyle merak ederdim ki, aklıma gidecek başka yer kalmadı. Bu şehri terk etmek için Ankara'yı sevmek ne güzel bahaneymiş. O yerden çıktığım zaman ağzımdaki yarım tebessümü ve aradığım, her şeyi bu memlekette bulacağımın umudu, bunlar tarif edilemez lezzetlerdi. Gel gelelim bulabilecek miydim?

Ankara'ya gelene kadar türlü maceralardan geçtim. Koştura koştura geldiğim sokak başı, beni Eşref ağabeyinin dükanına sürüklemişti. Kapısından girdiğimde kalabalık bir gruba, kitap kokan duvarların arasında, bir takım şeyler anlatıyordu. Zaten o an herkes dönmüş, hayretle bana bakıyor, ağzımdan çıkan tek bir lafı bekliyorlardı. Eşref ağabeyim ağır ağır adımlarını üzerime sürdürürken ben kendimi geri çekiyordum.

-Buyur evlat, bir isteğin mi vardı?, dedi.

Kekeleyerek,

-Ben çok susadım amca, su isteyecektim.

Eşref ağabeyim beni o gün 'buyur' etti ve ben o gün bugündür onun hürmetinin sayesinde sayısız kitap bitirdim. Yontuldum. Meğerse ben, o yaşıma kadar ilk kez böylesine değer görmüşüm. Hayatı bana elekten geçirip beni güçlü bir kadın haline getiren Eşref ağabeyimdir.

Derin bir geçmiş yolculuğunun sonuna gelmenin vakti geldiyse, işimizi tamamlamak için rafları düzeltelim bakalım. Üç beş kitabı da yerleştirdik mi tamamdır demektir. Vakit akşamı bulmuştu ama Eşref ağabeyim ortalıklarda yoktu hala. Ben işlerimi bitirmeye vakit, kapıdan, kaşe montlu, uzunca sakalı olan, yüzündeki kırışıkları belirmiş bir adam girdi.

-Hoş geldiniz,

-Hoş bulduk, Süreyya...

Afalladım,  ismimi nereden biliyordu? Aklımdan, kitap bırakan adamın, bu beyin olabileceği fikri geldi. Düşünmek için vakit bulamıyordum. Zaten bana çok derin bakıyordu.. Daha fazla beklemeden, biraz sert bir dille;

-Kusura bakmayın sizi tanımıyorum ama, ismimi söylerken beni tanıyormuş edasını takılmanız beni hayrete düşürdü. Ne istemiştiniz?

Gözlerini üstümde gezdirmeye başladı,

-Seninle konuşmama izin ver lütfen, uzun yollardan geldim. Yaklaşık bir haftadır, şu ilerde ki otelde kalıyorum. Seni nereden tanıdığımı açıklamama müsaden varsa, bir kahve eşliğinde konuşalım lütfen.

-Kitabı bırakan sizdiniz demi?

-Evet bendim, karşınıza bu şekilde çıkmak istemezdim affım ola. Her şeye açıklık getireceğim, sandığınız gibi değil.

-İki saat sonra dükkanı kapatmış olacağım, iki sokak aşağıda Salim ağabeyinin yeri var orada olun.

-Görüşmek üzere...

Ve adam, ciddi halinden ödün vermeden çıktı. Bu randevulaşma neyin nesiydi? Ne yapmıştım ben böyle. Merakımı gidermekti tamamen. Zamanı çabuk giderecek şeyler yapmaya başlamalıydım. Adamın getirdiği kitabın, sayfalarında göz gezdirmeye başladım. Derken dükkanı kapatmanın vakti geldi. Büyük bir heyecanla son kilidi de atıp, Salim ağabeyinin dükkanından içeri girdim. Cam köşesinde, iki kişilik bir masanın, sırtı dönük tarafında oturuyordu. Önce mekanın sahibiyle ufak bir sohbet ettikten sonra yanına geçtim.

-Çok vaktim yok, hemen başlarsanız anlatmaya evime gideceğim.

-Nasıl anlatılır bilemedim ki şimdi.

-Lütfen başlayın, lakin hayatımda gereksiz zırvalıklara yer vermem. İçinde bulunduğum durumun aslını öğrenip gideceğim buradan.

-Ben...

-Evet siz?

-Annenizin, eski sevgilisiyim...

Son bir dalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin