3

8 1 0
                                    


3

Günaydın. İyi işler

- Sağ ol. Yine mi gazete alacaksın?

- Evet. Ne kadar ödeyeceğim?

- Elli kuruş yeterli

Cebini karıştırmaya başladı iyice karıştırdıktan sonra cebinden bir lira çıkarttı ve satıcıya verdi.

- Bugünkü gazetede çok istediğin bir haber var İlker.

- Bir an önce okumaya can atıyorum.

- Haydi, o zaman bekletmeyeyim seni

Sohbet bittikten sonra bakkaldan çıkar çıkmaz koşmaya başladı. Çok istediği haber ne olabilirdi ki? Bir an önce evine gidip okumaya başlamak için can atıyordu. Kalp atışları hızlanmıştı. Nefes alış verişleri boğazını kurutmuş, çok susamıştı. Sola döndüğünde evinde olacaktı. Yirmi metre sonra sola döndü. Dış kapıyı açar açmaz elini cebine daldırdı. Cebini biraz karıştırdıktan sonra şıngırdayan şeyin anahtar olduğundan iyice emin oldu. Çıkarttı ve birçok anahtar arasından birini denedi. Kapı açılmamıştı. İlker yerinde duramıyor, yeni aldığı gazetesini bir an önce okumak istiyordu. İkinci anahtarı ittirdi, çevirdi ama kapı yine açılmamıştı. İlker "hadi ama..."diye söylenmeye başlamıştı. Son bir tane anahtar kalmıştı. Artık hangisinin kapıyı açacağını biliyordu. Son anahtarı da ittirdi, çevirdi ve kapı açıldı. İlker'in ayakları birbirine dolanıyordu. Ayakkabılarını çıkartır çıkartmaz içeri girip kapıyı kapattı. Bir an önce çok isteyeceği haberi öğrenmek istiyordu. İlker, tam da meraktan patlayacakken bir yere oturdu ve gazetesini yırtarcasına açtı. Hiç soluk almadan hızlıca gazeteyi araştırdı. Eğer bu önemli haberse ilk olarak manşete1 bakması daha doğru olurdu. Heyecandan ellerine düğüm atmıştı. Sakinleşti ve gazetenin ilk sayfasını açtı. Manşete baktı. Şöyle yazıyordu:

1: gazetelerin en önemli haberlerin büyük başlığına manşet denir.

NASA üç kişiyi uzaya gönderecek ve daha önce hiç keşfedilmemiş gezegenlere indirecek. Bu üç kişiden biri siz olabilirsiniz. Birazdan vereceğim numarayı arayan ilk on kişi buraya ışınlanacak ve bazı testlere sokulacak. Testleri en iyi tamamlayan üç kişi uzaya gönderilecek.

İlker şaşkınca okumaya devam ediyordu.

İşte numaramız;"(0)332 723 82 56"

İlker; gözleri faltaşı gibi açılmış vaziyette gazeteye bakmaktaydı. Ağzını açmadan edemiyordu. "ne yani? Sadece bir tıkla uzaya gitme şansımız mı olacak? Bu mümkün olamaz."düşünceli ve biraz da somurtkan ifadesini yavaşça değiştiriyordu. Artık eski yüz ifadesinden eser kalmamıştı. Sırıtıyordu ve içinde bir his vardı. "hiç keşfedilmemiş gezegenlere ayak basmak mı?" kendi kendine "düşünsene İlker. Daha önce hiç adım atılmamış gezegenlere ilk sen ayak basabilirsin. Yapabilirsin bunu."inanamıyordu. Bu gerçekten de çok istediği haberdi. Yanlış haber olduğunu düşündü. Belki de doğru haberdi. Bilemiyordu. Gazetesini bıraktığı yerden aldı. Uzaya gitmek istiyorsa gazetenin tarihinin geçip geçmediğine bakması gerekiyordu. Hemen baktı. Yanılmamıştı. Bugünün gazetesiydi. Emin olmak için tekrar baktı. Yüzde yüz emindi ki gazete, bugünün gazetesiydi. Arayacağı numaraya bakarak cep telefonunu çıkardı ve yazmaya koyuldu. Bitirdikten sonra rehberine numaranın ismini "büyük fırsat."olarak kaydetti. Artık tek tıkla ışınlanabilirdi. Ama hemen tıklamak istemiyordu. Bu konuyu kendi arasında düşünmek istedi. Keşfedilmemiş gezegene inmek, ilk ayak basan demekti. Ona bir fırsat sunulmuştu. Nihayet herkes onu bilecek ve tanıyacaktı. Resmen ünlü olacaktı. İstediği şeyde buydu. Nasıl olsa bir gün evine dönecekti ve buna değerdi. İmkânlar ve imkânsızlıklar arasında gel; git yaptı. Yakınlarından habersiz giderse belki de onu ölü olarak bileceklerdi. Evine geri döndüğünde ise nefret edilme olasılığı yüksek olabilirdi. Uzay planı için -70 puan düştü İlker. Uzaya gitmekten vazgeçmeye başlamıştı. Ama ünlü dediğinde +30 puan arttırmasına yetiyordu. Herkes onu konuşacaktı. Hemen heveslenmemeliydi. Daha ayak basınca söyleyeceği sözü düşünmemişti. Oysaki her astronotun uzayla ilgili bir sözü vardı. Beynini bir tık daha yormalıydı. "şu nasıl: evrende tek; gezegende tek."çok saçma olduğunu düşündü. Birazda Atatürk'ün söylemiş olduğu "yurtta sulh; cihanda sulh."lafına benzemişti. Daha etkileyici ve içten bir söz bulmalıydı. "peki ya bu nasıl: senden korkmuyorum uzay."önceki sözden daha iyi olduğunu biliyordu. Neden olmasın ki? Hem içten, hem de anlamlıydı. Ama biraz düşününce saçma hale geliyordu. Beyin yormaya devam eden İlker; biraz zorlanmıştı. Bu tahmin ettiğinden çok daha zordu. Biraz daha beynini yormaya kalksa beyni çatlayacaktı. Etrafına bakındı. Birkaç saniye sonra tavana dikti gözlerini. Biraz düşündü. "buldum!" diye haykırdı İlker. Keşfedilmemiş gezegene ayak basınca söyleyeceği sözü bulmuştu. "gözü yükseklerde olan beni görsün" diyecekti. Bundan kesinlikle emindi. Çok mantıklı ve içtendi. Düşündükçe saçma hale gelmiyordu. Artık sırıtabilirdi. Ama sırıtmadı. Daha dağlar kadar cevaplanması gereken sorular vardı. Kendisinin geçemeyeceği testler mi vardı? Orası nasıl bir yerdi? Bu işten sağ çıkabilecek miydi? Soru yağmuru bir türlü dinmek bilmedi. Belki de düşünmek ve bu sorulara cevap bulmak için en iyi yaptığı şeyi yapmalıydı. Şekerleme yapmanın ona iyi geleceğinden emindi. Yanındaki koltuğa iyice bir yayıldı. Göz kapaklarını indirdi ve uyumaya koyuldu. Uyumak, İlker'in en iyi yaptığı şey olduğu için hemen uykuya daldı.

UZAYDA MACERAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin