4

5 1 3
                                    


4

Korkuyordu. Tuşa bastığına inanamıyordu. Işınlanmış mıydı? Göz kapaklarını aralamak dahi istemiyordu. Ses soluk yoktu. Hala evinde olabilir miydi? Evinde olmak istemiyordu çünkü uzaya gitmeyi o kadar istiyordu ki. Dışarıda konuştuğu arkadaşı da uzaya gitmek istiyordu. Arkadaşının şuan nerede merak ediyor, bir oka darda kendisinin nerede olduğunu bilmek istiyordu. Gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Elleriyle etrafını yoklamak iyi bir fikir gibi geliyordu. Sağ elini yukarı kaldırdı ve ileri geri salladı. Hiç bir şey hissedemedi. Sol elini arkasına yönlendirdi ve etrafına bir şey var mı yok mu diyerek kontrol etti. Arkasında ne olduğundan emin olmak için geri adım attı. Sol eliyle arkasını tekrar yokladı. Kör gibi davranıyordu. Eliyle sert bir şey dokunduğunu hissetti. Yoksa tamda istediği yerde miydi? Yakınlardan gelen "ni hao1" sesi içini ürpertti. Derin bir nefes aldı. Yutkundu ve göz kapaklarını bir santimetre araladı. Beyaz bir zemin görünce evinde olmadığını anlayabildi. Tahmin ettiği yerde olmayı istiyordu. Gözlerini kapattı. Birkaç saniye sonra kendini daha iyi hissetti. Ve işte o an. Gözlerini hiç düşünmeden açıverdi. Önüne baktı. Son derece gelişmiş teknolojik masa ve etrafında dört tane sıradan sandalye vardı. Soluna baktı. Dokunmatik bilgisayara benzeyen bir sürü optik cam görüyordu. Bir çok insan birbiriyle sohbet ediyor, bir yandanda optik camla araştırma yapıyorlardı. Birden yüzü güldü. Tahmin ettiği yerde olabilirdi. Hiçbir şeyi umursamayıp buraya geldiğine kendiside inanmıyordu. Acaba annesi evde olmadığını fark etmiş miydi? Umurunda değildi. Bu manzaranın bir an olsun tadını çıkartmak istiyordu. Bir an arkasında dokunduğu şeyi merak ediyordu. Arkasına döndü. On tane, bayağı bir geniş, cam kenarlı, her biri belirli aralıklarda, dikdörtgen prizma şeklindeki kabinler vardı. Birde bulundukları zeminde belirli ölçülerde, kare şeklinde boşluklar vardı. Mert şaşırdı. Bunlar ne için gerekliydi? Merak ediyordu ama bu şaşkınlıkta sorusuna cevap bulamıyordu. Yavaşça önüne döndüğünde ilk gördüğü şey "NASA" yazılı kıyafeti ile güler yüzlü bir adamdı. Mert'in boyunu gözleri ile iyice taradıktan sonra çenesini açmaya hazırlandı. "ni hao" dedi. Gözlerini açmadan önceki duyduğu sesin aynısıydı. Mert söylediğinden bir anlam çıkaramadı. Dediğini tekrar etmek çözüm olabilirdi. Mert anlamını bilmediği halde ona " ni hao" diyerek karşılık verdi. Adam başka bir soru sordu. "ni zai

Zhongguo2" Mert şaşırdı. Yanlış mı gelmişti? Yoksa yabancı ülkeye mi gelmişti? Bu bir şaka

1: merhaba (Çince) 2: Çinli misin? (Çince)

mıydı? Adam, Mert'in cevap vermediği için farklı bir dil denedi. "bonjour3" Mert bunu

biliyordu bildiği içinde kendiyle gurur duyuyordu. Bu dil Fransızca idi. Bu sefer aynı

kelimeyi adama söyleyeceğinden emindi. "bonjour" dedi. Adam Mert'in sadece kelimelerinin yabancı karşılığını bildiğini tahmin etti. Bu yüzden "Quel pays venez-vous4"dedi. Mert'in yüzü soldu. Biliyordu ama sadece bonjour'un Türkçe sini biliyordu. Bu dili bilmesede İngilizcesi ona yeterdi. Tabi ya. Adam bir çok dil biliyorsa mutlaka İngilizcede biliyordur. Mert, derdini sonunda anlatabilecekti. "I don't understand. I know english. Can you speak english?5" adam hemen İngilizceye geçiş yaptı. Sonunda bir dilde buluşabileceklerdi. Neden düşünememişti ki. İngilizce ulusal bir dil olduğundan birçok kişi bu dili biliyordu. Karşılıklı konuşmaya hazırlardı.

- what's your name? 6

- my name is jorch7

- what did you just say8

- I said where did you come9

- I came from turkey10

- would you excuse me a minute please11

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Dec 25, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

UZAYDA MACERAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin