kırılan bardak

8 2 0
                                    

Yemyeşil ağaçlarla süslü, mis kokan bahçelerinden koşarak eve giren küçük Eymen annesine çok susadığını söylemiş. Çok susadığını göstermek için de dilini dışarı çıkartıp “hehheh” gibi değişik sesler çıkarmış. Oğlunun bu sempatik hallerine tebessüm eden anne Meryem Hanım su dolu bir bardak uzatmış. Su dolu bu bardak küçük çocuğa diğer bardaklardan çok farklı gelmiş. Çünkü bardağın üzerinde değişik resimler varmış. Bir yandan lıkır lıkır suyunu içen Eymen,  bir yandan da bardağın üstündeki resimleri inceliyormuş. Meraklı çocuk, su içmeyi bitirir bitirmez bardağın üzerindeki resimlerin ne olduğunu mutfağın bir köşesinde pirinç ayıklayan annesine sormuş.

 Anne Meryem Hanım, bir yandan işaret parmağının ucuyla pirinçleri tepsinin bir kenarından öteki kenarına iterken bir yandan da oğluna şöyle demiş:

"Canım oğlum, koş bu sorunu dedene sor, eminim o daha güzel cevaplar verir" demiş.

 Dışarıda arkadaşları, su içmeye evine giden Eymen’i bekliyormuş. O ise, elindeki bardağa takılıp kalınca oyunu da arkadaşlarını da unutmuş. Tâ ki arkadaşlarından Yiğit, heyecanlı heyecanlı zile basıp, "Eymen nerede kaldın,  herkes seni bekliyor." diyene kadar.

 Küçük çocuk, "Siz oynayın, benim daha mühim işlerim var." deyince, anne Meryem Hanım, evladının "mühim işlerim var" cümlesine gülümsemiş ve mutfaktaki  işine biraz ara vermiş. Kapının arkasına gizlenmiş ve dede-torunun sohbetini dinlemeye başlamış:

-Dede bu bardaktaki resimler de ne? Siyah kare var, ev gibi. Bir de yeşil yuvarlak çatılı bir cami gibi bir şey. Bunlar ne?

-Hmmm.. Bir bakayım bardağa.

 Muharrem Dede, torununun elinden aldığı bardağı şöyle bir evirip çevirmiş. Sonra düşünür gibi başını önüne eğmiş. Bir süre öyle duran yaşlı adam aniden çok önemli bir şey diyecekmişçesine torununa dönmüş:

-Evet oğul... Bu gördüğün siyah bina, bir ev aslında... Allah’ın evi. Beytullah da denir ona, beyt Arapça bir kelime, ev demek, beytullah ise Allah’ın evi demek.

-Dede, Allah o evin içinde mi yaşıyor?

 Eymen’in bu sorusu karşısında, dedesi ne diyeceğini bilememiş. Daha doğrusu söze nereden başlayacağına karar verememiş. Kısa bir süre bekleyen yaşlı adam bu kez şöyle cevap vermiş,  meraklı gözlerle bakan sevgili torununa:

- Beni canım torunum. Allah’ın evi derken, o temsili bir ev aslında. Hz. İbrahim ile oğlu İsmâil yapmış o binayı. Geçenlerde anlatmıştım sana İbrahim peygamberi... Hani şu ateşe atılmaktan korkmayan, "Bana Allah yeter" diyen peygamber...

 İşte onunla oğlu birlikte yapmış o binayı. Yani Beytullah’ı. Oğlum biliyor musun Beytullah’ın meşhur adı ne?

-Bilmiyorum dede. Ama çok merak ettim şimdi. Söyle, söyle, söyle...

- Kâbe, oğlum. Kâbe...

- Kâbe mi? Ne kadar ilginç bir isimmiş. Dede şimdi kafama takıldı. Geçen akşam anneannem televizyonda Kâbe çıktı deyip ağlamıştı, "Neden ağlıyorsun anneanneciğim?" diye sorduğumda bana, "Oraları çok özledim de görünce duygulandım."  demişti. O Kâbe bu Kâbe mi?

 Torunun bu sorusu karşısında gülmeye başlamış Muharrem Dede. Sonra yeniden ciddileşmiş ve anlatmaya devam etmiş:

-Evet oğlum o Kâbe... Kâbe’yi ziyaret etmek ve orada bir takım ibadetleri yerine getirmek müslüman olan, maddi durumu iyi olan bir de ergenlik çağına erişmiş herkese farzdır. Yani yapılması, yerine getirilmesi zorunludur. Bu ibadetin adı da Hac’dır işte.

-İslâm’ın şartlarını sayarken hacca gitmek diyoruz. O hac, bu hac mı?

-Evet sevgili torunum,  İslam’ın beş şartından biri senin de dediğin gibi Hacc’a gitmektir. Yani Kâbe’yi,Allah’ın evini ziyaret etmektir.

- Dede peki,  hacı ne demek? Neden herkes sana hacı amca diyor?

- Hacı diye hac ibadetini yapan kişilere yani, Mekke’ye-Medine’ye gidip orada yapmak zorunda olduğu ibadetleri yapan kişilere denir oğlum.

- Farz ibadet, yani Allah’ın yapmamızı kesin olarak emrettiği ibadet. Hacı, hacca giden kişi, e peki Mekke-Medine neresi dede? Bizim eve çok uzak mı oralar?

 Torununu öpüp koklayan dede bu soruya da şöyle cevap vermiş:

- Evet oğlum,  Mekke-Medine bizim buralara bir hayli uzak. Kâbe’nin olduğu şehrin adı Mekke. Ravza’nın olduğu şehrin adı ise Medine.

-Ravza da ne?

-Hani daha demin bardağın arka yüzündeki resmi göstermiştin ya bana, yeşil yuvarlak tavanlı bir resim vardı. İşte o binanın adı Ravza. Peygamber Efendimiz s.a.s’in mezarı da orada. Aynı zamanda orası bir cami. Ve orası da tıpkı Kâbe gibi biz Müslümanlar için çok kıymetli.

-Dedeciğim desene bizim bu bardak çok mübarek.

 Bu son cümleden sonra, evde kocaman kahkaha kopmuş. Hem evin küçüğü Eymen, hem dedesi, hem de kapı ardından oğluyla babasının hoş sohbetini dinleyen anne Meryem Hanım katıla katıla gülmüş.

-Bugün senden güzel bir sürü şey öğrendim, teşekkür ederim dedeciğim.

 Böyle deyip dedesine sarılmış Eymen. Ardından da elindeki bardağı mutfağa bırakıp, hemen bahçeye fırlamış. Arkadaşlarının arasında karışmış. Oyuna dalmış.

 Gece olup da uyku için,  dişlerini fırçalayıp, pijamalarını giyen evin küçüğü, annesinden yine su istemiş. Annesinin Kâbe’li bardakta su getirdiğini gören küçük çocuk çok heyecanlanmış.

 Meryem Hanım elindeki bardağı oğluna uzatıp iyi geceler dilemiş ve oradan ayrılmış. Eymen,  annesi odadan çıkınca elindeki bardağı incelemeye başlamış. Bir de ne olsun! Küçük çocuğun elindeki bardak çaatt edip ikiye ayrılmasın mı!

 Bardağın bir anda tuz buz olmasına çok üzülen Eymen,  kırılan bardaktan sıçrayan camların elini kanatmasına aldırış etmemiş. Onun tek düşündüğü şey, hikâyesini bugün dedesinden öğrendiği bardakmış.
 
 Odanın dört bir yanına sıçrayan cam parçaları küçük çocuğun odasında şu şiiri söylemeye başlayınca Eymen’in üzüntüsü şaşkınlığa dönüşmüş.
 
 Güzel şehirlerdir Mekke ile Medine
 Oraya gidenler dönmek istemez ki evine
 Yakın olmak istiyorsan Rabbine
 Sahip çık, kötülük sokma kalbine…

 Hacı denir,  o kutsal topraklara gidene
 Çok sevap verilir,  iyi olana, çok ibadet edene
 Hac ibadeti farzdır
 Her akıllı müslüman zengine…

 Bu güzel şiir bitince odaya dağılan cam kırıkları bir araya gelmiş ve bardak eski sağlam haline dönüşmüş. Bardağın bir anda eskisi gibi olduğunu, parmağındaki kanların da yavaş yavaş gitmeye başladığını gören, sevimli çocuk çok mutlu olmuş.
 
 Kan damlalarından biri giderken hoop diye küçük çocuğun omzuna zıplamış ve  kulağına fıs fıs şöyle fısıldamış:

-Müde, müjde!!Bundan böyle ne olursa olsun senin vücudundan kan akmayacak.

 Gerçekten de öyle olmuş. Aradan yıllar geçmiş, küçük çocuk,oyun oynarken kaç defa yere düşmüş, merdivenlerden yuvarlanmış, bıçakla-makasla elini kesmiş ama hiçbirinde azıcık olsun bir yeri kanamamış. Herkes bunun sırrını merak edip durmuş...

 Meğer yıllar önce, bir tarafı Kâbe bir tarafı Ravza resimli olan su bardağı, kan damlalarına "Eymen’i ben çok seviyorum sakın ola onun yanına gidip, onu kokutmayın" demiş ve onları bu konuda sıkı sıkı tembihlemiş.

kırılan bardakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin