-I-

24 7 0
                                    

Yıl 1999. Bir Ağustos akşamı. Hava 29 derece. Herkes evinde sıcacık yuvasında akşam yemeği yerken, çatal kaşık sesleri açık balkon kapılarından sokağa yayılırken, elindeki kundağa sarılı bebeğiyle ayaklarını sürüyerek yürüyordu genç kadın.

Çaresizliği iliklerine kadar hissederken, içinde büyük bir savaş vermekteydi. Kocası onu hamileyken terketmişti. Ne bir maaşı vardı ne de barınabileceği bir evi.
Bir de bebek dünyaya gelince, artık yüreğine tak etmişti. "Bu insanlar rahatlık içinde, bolluk içinde yaşarken benim onlardan ne eksiğim var Allahım!" diye geçirdi içinden.
Kaçarak evlendiği için ailesi onu reddettmiş, kucağında bir aylık bebeğiyle sokaklarda kalmıştı.

Birkaç basamak ile girişinde aslan heykeli olan taş yapının önünde durdu.

"Yetimhane"

Gözlerinden yaş, yüreğinden kan akıyordu. Daha "anne" dediğini bile duyamadan veda etmek üzereydi minik Gökçe'sine. Sanki bırakacağını anlamış gibi annesinin parmağını sıkı sıkı tutmuştu minik eliyle.

Her basamakta daha da çok ağlayarak çıktı merdivenleri. Girişte, iki gün önce konuşup anlaştığı aile ve yetimhane müdürü onu bekliyordu. Bi an tereddüt etti, kararsız adımlarla onlara doğru yürüdü.
"Hoşgeldiniz Sezgi Hanım." diye selamladı onu yetimhane müdürü.
İki gün önce ona bebeğinin yetimhanede büyümesini istemediğini, ama ona bakacak gücünün de olmadığını söylemişti çaresizlik içinde. Hangi anne isterdi ki evladından ayrılmayı?
Müdür de ona bi aile adayı olduğunu, eğer kabul ederse bebeği o aileye verebileceğini, ve bebeğinin sağlıklı bir yaşam süreceğini garantileyebileceğini söylemişti. 16 yaşından önce ona yetim olduğunu söylememeleri şartı ile bu teklifi kabul etmişti.

Sahiplenici aile oldukça genç bir çiftti. Giyimleri ve duruşları ne kadar zengin olduklarını belli ediyordu. Kadın ve adamla el sıkıştılar. İkisi de güven veren tiplerdi. Ama yine de endişeliydi. Ayrılık düşüncesi ile yüreği yeniden sızladı.

"Erdal Bey ve Melek Hanım,bu Gökçe bebeğin annesi Sezgi Hanım. Biz gerekli olan bütün belgeleri iki gün önce tamamladık. Bugün siz de atmış olduğunuz imza ile Gökçe bebeğin yeni ailesisiniz. Sezgi Hanım'ın sizden tek ricası bebeğe iyi bakmanız ve 16 yaşına kadar hiçbir şekilde ona yetim olduğunu söylememeniz." dedi otoriter bi sesle müdür.

"Şartlarınızı kabul ediyoruz. İçiniz rahat olsun ona öz evladımız gibi bakacağız. 16 yaşından sonra da eğer isterseniz onu görmek için bizimle irtibata geçebilirsiniz." dedi Erdal.

Erdal Bey, büyük bir ticaret şirketi zincirinin tek veliahtıydı. Aynı zamanda merhametli ve oldukça sevilen birisiydi. İş dünyası dışında sürekli seyahat ederdi ve Afrika'da yardım meleği olarak bilinirdi. Melek hanım ise üniversitede öğretim üyesiydi ve oldukça narin bir İstanbul Hanımefendisiydi.

Son kez sarılıp kokusunu içine çekti bebeğinin. Elleri titreyerek Melek'in kollarına bıraktı ilk göz ağrısını.

                 ***

"Gökçe! Bebeğim hadi in aşağı. Baban geldi yemek yiyoruz!" diye seslendi annem tatlı sesiyle. Yapmakta olduğum resmi bırakıp koşarak odamdan çıktım. Etrafı kolaçan ettim. Evet, kimse yoktu. Tek bacağımı ata binercesine merdivenin trabzanına koydum. Bunu yapmayı çok seviyordum ama annem ve babam pek haz etmediği için onlardan gizli bi şekilde yapardım genelde.

Son hızla kayarak indim. O kadar eğlenceliydi ki bi an kahkahamı tutamadım. Tam o anda da kendimi babamın kucağında buldum. Kaşlarını çatmış şakacıktan sinirli gibi bakıyordu.
"Melek! Bak bizim yer cücesi yine yaramazlık peşinde." dedi ve beni gıdıklamaya başladı.

Kahkahalarım koridorda yankılanırken annem mutfak kapısına yaşlanmış bizi izliyordu. Yanımıza geldi ve narin kollarıyla ikimize de sarıldı. Mutluydum. Mutluyduk...

Her gece rüyamda gördüğüm, hem mutluluktan hem de özlem hissinden göz yaşları içinde beni uyandıran bir anı olarak kalmıştı. Henüz 7 yaşındaydım o zamanlar. Hiçbirşeyden habersiz, mutluluğu her yanımda hissedebildiğim masum bir yaş.

Aradan 11 yıl geçti. Hâlâ dün gibi hatırlıyorum o günleri. Babamın işten her gelişinde bana en sevdiğim çikolataları getirişini. Ödevlerimi yaparsam hepsinin benim olacağını.
12. yaş günümde sınıftaki herkesi çagırdıkları bir partide adını Gölge koyduğum, gerçek bir köpek yavrusu hediye etmelerini...

Ve 13 yaşımda, okuldan eve geldiğimde onları evde bulamamam. Hizmetli Hasan Amca'nın beni babaannemin yanına götürmesi. Herkesin ağlayarak bana sarılması. Hiçbirşey anlayamamıştım o anki masumluğumla. Babaannemin yanına gidip "Annemler ne zaman gelcek? Hem Gölge evde kaldı mamasını vermem lazım babaanne." demiştim. Zaten ağlamaktan kıpkırmızı olan gözleri berrak bir nehir gibi yeniden akmaya başladı.

Ölmüşlerdi. Babam iş çıkışı annemi de alıp eve doğru gelirken, yük kamyonu ile çarpışmışlardı.

Eşyalarını eve getirdiklerinde, bir kutu da en sevdiğim çikolatadan vardı. Gözyaşları içinde yere yığılmış, elimde kutu, sol yanımda gri tüylerinden aldığı isimle Gölge.

16 yaşıma kadar babaannem ve dedemin yanında büyüdüm.
Bir gün babaannem elinde bir mektup ile geldi. Annemin el yazısıyla yazılmış kısa bir mektuptu.

"Güzel kızım Gökçe,
Bu haberi sana 16 yaşına geldiğinde vermem gerek. Ben veremezsem diye aile üyelerimize de bir mektup bıraktım. Seni çok seviyoruz. Seninle güzel günler gördük. Benimsedik seni. Ama artık bilmelisin ki, biz senin gerçek ailen değiliz. Bunu hissetmemen için elimden geleni yaptım. Üzgünüm, keşke seni doğuran kişi ben olsam.
Ama asıl annenin adı Sezgi. Sana bunu 16 yaşından önce söylemememizi istedi. Yine de sen bizim kızımız, maddi ve manevi tek varisimizsin.
Sevgilerle Melek Annen."

Bir duvar bir kez yıkılır, bir kağıt bir kez yakılır. Ama bir insan binlerce kez yanar, binlerce kez yıkılır. Hayatın altın kuralı.

Siyaha yakın koyu, dalgalı saçlarım, beyaza yakın açık mavi gözlerim ile güzel bir bedenim olduğu düşünülebilir belki ama kaderim tamamen siyah ve derin bi karanlık içindeydi.

İstemeyeceğim kadar çok param vardı. Ama hiç kimsem yoktu. Bazen, keşke tüm sevdiklerim yanımda olsa da fakir bile olsam razıyım, diye geçirirdim içimden.

Yaşıtlarım birbirlerine sevgililerini anlatırken, benim aşık olmaya fırsatım bile olmamıştı. Sanki aşık olup biriyle mutlu olursam o da gidecekmiş gibi hissederdim hep.

Galata Kulesine yakın bir mahallede -adını Hiç Kimseler Sokağı koyduğum bir sokakta- eski yapı olan fakat restore edilmiş oldukça nostaljik bir evde, ev arkadaşım Pelin ile kalıyorum. Pelin de şirketimizin ortaklarında birinin kızı.

Her ne kadar ısrar etseler de, villada veya şato gibi apartman dairelerinde kalmayı kabul etmedim. Pelin ile çocukluğumdan beri iyi anlaştığımız için el ele verip babaannemleri ikna ettik ve bu evi satın aldık. Henüz lise son öğrencisi olduğumuz için kahvaltı veya yemek hazırlama gibi işleri kendimiz halletmekte zorlanıyorduk. Hasan Amca'nın teklifi üzerine Elif teyze bize yardımcı oluyordu.

Elif teyze, etine dolgun, hamarat ve çenebaz bir Türk kadınıydı. Pelin, kısa boylu kumral kıvırcık saçlı minyon ve sevimli bi kızdı. Okuldan sonra geceye kadar ders çalışır- ders dediğime bakmayın moda tasarımı bölümü için hazırlanıyor- gece de telefonunu eline alır ve sızıp kalana kadar sevgilisiyle mesajlaşırdı.

Ben özel bir kolejde zengin züppelerinin arasında İngilizce öğrenmeye çalışan dil sınıfı öğrencisiyim. 1,66 boylarında 48 kilo... Biyolojik yapısıyla pek ilgilenmeyen biriyim. Kıyafet satın almayı severim, genelde erkek reyonundan. Sanırım sevgilimin olmama sebeplerinde ilk sırada geliyor bu.
Yaşadığım onca şeyden sonra da birinin beni mutlu edebileceği ihtimali gözüme baya küçük görünüyor. Okulu bitirip bilmediğim bi ülkenin bilmediğim bi şehrinde kaybolmaya adadım kendimi. Kısacası yaşamaktan zevk almayan, sadece canı ölmek istemediği için yaşayan 18 yaşında bi züppe.
Annem hep "İçindeki pembe prensesi boğazlamaya çalışan yaramaz bir yeşil kurbağasın sen.'' der ve beni güldürürdü.

LET-TERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin