-Kumsal uyan hadi
Gözlerimi açamıyordum, Ceren'in kolumu cimciklemesiyle yavaşça açabildim, tek gözümü. Karşımda duran görüntü karşısında şoka girmiştim. Emre'nin bana giymem için verdiği kokusunu içime, çeke çeke uyuduğum kıyafetler, Ceren'in üzerindeydi. Çığırımdan çıkmıştım artık. Hızlı bir şekilde yataktan kalkarak. Sertçe Ceren'in kolundan tuttum.
-Bu kıyafetlerin senin üzerinde ne işi var.
Kolunu benden kurtararak
-Sanane be! Hesap mı vericem sana?
-Tekrardan soruyorum Ceren, o kıyafetlerin üzerinde ne işi var.
-Tamam çok ısrar ettin söyleyeyim. Dün gece içtik, ve koyun koyuna uyuduk. Çok güzel bir geceydi.
Duyduklarıma inanamıyordum. Ellerimin yandığını hissediyordum, miğdemin içindeki savaş hızla tüm vücuduma yayılıyordu. Beynimdeki hücreler, hırçın adımlarla, dans ediyorlardı. Hızla Ceren'in odasına gidip, eşyalarını bavula yerleştirdim, Kapıdan dışarı fırlatak Ceren"in kolundan tuttuğum gibi koydum kapının önüne.
-Bundan sonra senin gibi bi kuzenim yok benim git nerede kalıyorsan kal aşağılık sürtük, hepinizden nefret ediyorum.
Kapıyı sertçe kapatıp kafamı kapıya yasladım. Nasıl kötü bi gün bu böyle, ben bunları hakedecek ne yapmıştım. Çığlık ata ata ağlıyordum. Kapıdan Emre'nin sesini duyarak, kafamı arkama yaslayıp çaresizce onu dinlemeye başladım.
-Kumsal aç çabuk kapıyı. İyimisin sen kumsal?
Bu sesi artık hiç duymak istemiyordum. Ellerimle, kulaklarımı kapatarak bağırmaya başladım.
-Defol git. Sakın birdaha benimle konuşma. Sizden nefret ediyorum. Aşağılık pislikler.
Ses kesilmişti yalnızlığımın duvarlarında, Şimdi ne olacak. Ne bi şık vardı ne de cevap. Küçücük bir gülümseme ziyaret etmişti beni. Sadece merakından gelmiş , Kaç kere mutlu olabilirdi ki bi insan, Kaç kere yaşayabilirdi en güzel tesadüfleri. Ama binlerce defa üzülebilirdi, yıkılıp kırılabilirdi. Artık mutluluğu yakalayabileceğimi sanmıyordum. Uzun zamandır girmediğim, atölyemin kapısını açtım, Yavaş adımlarla, pencereyi açarak zifiri karanlığın düzenini bozup güneşin resimlerimi seyretmesine izin vererek içeriyi havalandırdım. Akmıştı kalemlerimin büyülü tozu, o efsane renklerim alıp başını gitmişti. En son bıraktığım yerde duruyordu tüm acılarıma şahitlik eden kalemim. Yanı başımdada annemin bir türlü, gülümsemesini hayal edemediğim yarım kalmış portresi. Girmemeliydim bu odaya, bütün anılarımın resmedildiği dünyanın kapısını aralamamalıydım. Kalbim kaybetmişti bu kapının anahtarını. Kırıldı ya yine, parmaklarım durmak bilmez artık, bir kırık daha resmetmeliler bir yüz daha, bakmaya doyamadan, başkasının olan, hatta hiç benim olmayan gözleri resmetmeliler şimdi.
Karanlıktı dünyam, yine kapattım perdelerimi pencerelere, mutsuzlugumun simgesi olarak bildim karanlığı. Ben ve o bir bütündük. Arasıra yalnız bırakırdı beni, bir çok kez vedalaştık ama, anladım ki ben onsuz yapamıyormuşum. Yatağımdan yavaş bir şekilde kalkıp sıcak bir duş aldım. Küçük bir ekmeğin arasına peynir zeytin koyup atıştırdım. Gözlerimin karardığını hissettiğimde olduğum yere oturdum. Yine bırakmamıştı şu hastalık peşimi.
Üzerimi giyinip ayakkabılarımı giydikten sonra kapıya yöneldigimde, daha önce de yazdığı pembe kağıtlar yapıştırılmıştı."Biliyorum kızgınsın ama sandığın gibi bir durum yok"
"Lütfen açıklama yapmama izin ver"
"Kumsal affet lütfen"
Ne saçmalıyordu bu? Birde özürmü diliyor benden utanmaz pislik.
Tabi ki de affetmeyecektim. Kağıtları toplayıp, parmakuçlarımla halının üzerine basarak komidinin üzerine koyup kapattım kapımı. Yağmur'u özlemiştim o kadar ihtiyacım var dı ki onunla dertleşmeye. Yağmur'u görür görmez atladım boynuna dayanamayıp ağlamaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Durgun
RomanceAnnem ölmeden önce;"Sevil ama sevme çocuk, aşkın acısı çoktur." Derdi bana. Ben gözlerindeki aşkın muhtaçlığında, Kalbin kadar yakın olmak istedim sana, Dayanamadım sevdim. Kalemim seni çizdi ellerime sormaksızın. Deniz dalgası dudaklarından başladı...