Bölüm 57 - Vahşi

16.2K 692 191
                                    

Asansörün kapıları aralandığında yorgun bedenimin biraz daha yorulduğunu hissedebiliyordum. Yol üzerinde hastaneye uğranmış, pek fazla vakit harcamadan elim alçıya alınmıştı. Krom kapılar aralandığında beni karşılayan lavanta kokusu garip bir şekilde bana evime geldiğim hissini vermişti ancak burası evim olamayacak kadar tehlikeliydi. Lavanta kokusunun sakladığı kan, jilet ve kırbaçların deri kokusu evin içine attığım ilk adımda eve gelme hissimi darmaduman edip yerine kurulmuştu.

Şua, Black'in eve aldığı pahalı ve fazlaca yabani panteri usul adımlarla salon ile holün arasındaki kapıdan geçerken adımlarımızı duymasıyla birlikte boynunu kaldırıp kulaklarını dikerek bize baktı. Hırlayarak dişlerini gösterdiğinde Black elini cebine atıp telefonunu çıkardı ve görebildiğim kadarıyla hızlı aramalarda, listenin en başındaki kişiyi arayıp kulağına götürdü.

"Black'in yemeğini getir," dediğinde kendinden üçüncü kişi olarak bahsedecek kadar ruh hastası olduğunu düşündüm ancak o evcil olmayan evcil hayvanına kendi adını verecek kadar egoistti. 

Gözlerimiz kesiştiğinde bana baktığını ancak fark edebilmiştim. Başıyla mutfağı işaret ederken "Gel, senin de karnını doyurmam gerek," dedi. Öfkeyle avurtlarımı dişleyerek başımı yana yatırdım. Ona evcil hayvanı olmadığımı, dilersem kendim bir şeyler yiyebileceğimi söylemek hatta ve hatta bağırmak istedim. 

"Duş almam gerek," dedim.

Güldü "Gelenekler gelenekler," diye mırıldandı alayla.

"Güneş, kum ve tuzlu su," seni geri zekalı alaycı orospu çocuğu.

Başını salladı ve elini merdivenlere doğru sallarken "Git, yirmi dakika sonra seni yemek masasında bekliyorum," dedi. Tırnaklarımı avuçlarımın kaba etine batırarak bu kez başımı eklemlerimi paslı robot gibi zoraki adımlarla diğer tarafa yatırırken yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim.

Omuzlarımı kendi etrafımda dönmeye sevkederek topuklarımı hareketlendirdim. Kendi etrafımda yarım tur bile etmeyecek bir açıyla dönerek merdivenlere yöneldim. Bacaklarım pelte gibiydi. Olduğum yere kıvrılıp tek bir adım daha atamayacak halde hissediyordum kendimi. Yeni bir nefesi alıp bacaklarıma sesli bir emir verdim ve hızlı adımlarla merdivenleri çabucak çıkıp koridora girdim. Çıplak duvarlarda yeni ve her halinden pahalı olduğu belli olan tablolar asılıydı. Biraz daha dikkatli baktığımda iki tabloyu da anımsadığımı fark ettim. Sol duvardaki  Adrian Ghenie'nin Nickelodeon isimli tablosuydu. Gördüğüm dergide bu tabloya biçilen fiyat dokuz milyon dolardı. Diğer taraftaki tabloysa bana göre tamamen israftan ibaretti. Okuduğum aynı dergide hiç kuşkusuz en çok dikkatimi çeken tablo bu olmuştu. Robert Ryman'ın yirmi milyon dolarlık "Köprü" çalışması dört taraftan duvara tutturulmuş izlenimi veren boş bir tabloydu. Boştu. Belki de çalışma sadece zenginler nasıl sömürülür tarzı bir şey yapmak istemişti. Ve gayet de başarılıydı bana göre.

Odam diyebildiğim dört duvarın içine kendimi sakladığımda koşar adımlarla duşa girdim. Parçaladığım ayna tamir edilmiş, yerine daha parlak bir ayna yerleştirilmişti. Üzerimdeki iki parçayı çabucak soyup suyu açtığım gibi altına girdim. Buz gibi su başlarda derimi deliyormuş gibi bir his uyandırsa da alıştıkça vücudum gevşemeye, uyuyan hislerim uyanmaya başlamıştı.

Ruhum beni terk ettiğinden bu yana bir saat ya geçmiş ya geçmemişti. İçimde doldurulmayı bekleyen boşluk hissi yapboz parçaları gibi her seferinde bir parça arıyor boşluğa, olmayanları kenara fırlatıp gittikçe daha da ezilen hislerle ve umutsuzlukla yeni parçaya uzanıyordu.

Siyahın Vedası | KüllerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin