Aslında biz markası olmayan şeyleri gözümüzde değerini kaybettirdiğimiz gün bitmeye başladık. Yerdeki yaprağı rüzgardan dökülmüş bir papatyayı koklamak yerine, simetrik bir buket çiçeği gördüğümüzde daha çok önemser olduk. Çocukken marketten harçlığımızdan arttırarak aldığımız o tadı damağımızdaki şekerler yerine, rafları bile en güzel şekilde süslenmiş o en pahalı çikolatalara ağzımızın suyu akarak baktığımızda kaybettik. Hızla gelişen dünyaya ayak uydurmaya çalışırken tökezledik. Fark edilmesin diyede çatlamış kemiğimize rağmen hiçbir şey yokmuş gibi yürümeye çalıştık. Yetinmeyi, elimizdekinin iyisini istememizi bize empoze ettiklerinde kendimiz olmaktan çıktık.
Büyüdüğünde sana çizgifilm izleyemezsin, salıncakta sallanamazsın, oyuncak ayına sarılıp uyuyamazsın diye kim diyor? Ya da eski alışkanlıklarımızın, parayla değerini ölçmediğimiz o eşyaların önemsiz olduğunu bize kim öğretti?
Televizyona kalkıpta aptal kutusu denmesinin sebebi neydi? Ondan duyduğumuz herşeyi kabullenmemiz değil mi? Peki eskiden aptal kutusu olarak adlandırdığımız bu aracı üreten, içine o 'aptallıkları' koyan insanoğlu değil mi? Kendi çıkarları doğrultusunda kullandıkları bu aracı değiştirmek bizim elimizde. Sadece tüketen değil aynı zamanda üreten bi toplum olduğumuzun da farkına varmalıyız. Aptal durumuna düşmemek için kendi fikrimizi savunmalıyız. Kabullenmek değil sorgulamak ve neyi yapmamız gerektiğini güvenilir kaynaklardan araştırmalıyız. Bunu yapabildiğimiz gün, süslü yapmacık buketler değil kaldırımın arasında çıkan o minicik çiçeklerin daha güzel olduğunu anlayacağız. Paranın yeşilini değil, doğanın yeşilini seveceğiz. Umarım..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dolunay
Teen FictionBazı zamanlar bazı insanlar için özel olur. Dolunay gecelerinide hep benim için özel görmüşümdür. Sabaha kadar ayın en merhametli halini izlerim böyle gecelerde. Sonra elime kağıdı kalemi alır dert yanmaya başlarım. Geçenlerde yazdıklarımı topladı...