"nem néztünk vissza, s már külön utakon jártunk."
geriye bakmadık, ve zaten farklı yollarda yürüyorduk.
"csend lett, s újra elbújt a hold."
bir sessizlik oldu, ve ay saklandı yine.
"s ami maradt: ezernyi, megválaszolatlan kérdés."
ve geriye tek bişey kaldı: binlerce cevapsız soru.
"vajon ki fogja eloször meglátni a holdat?"
ayı ilk kim görecek?
"ki fogja megvalósítani félbehagyott álmomat?"
kırık düşlerimi kim farkedecek?"Üç ay önce ne umutlarla geldiğim bu şehri, içime düşen bu buruklukla terk etmek şimdi.
Üç ay önce yazıldığım öğrenci değişim programı için kurduğum nice hayallerim, beraberimde Sinop'tan buraya kadar sürüklediğim küçük aşkı, burada bırakarak gitmemle son buldu."
***
Mevsime bağlı olarak ara ara bastıran yağmura rağmen, taksi çağırmadı ve hava alanına iki kilometre uzaklıktaki otelinden, şemsiyesiyle çıktı Ekin. İki yüz metre kadar yürürdükten sonra da bir köşede titrer halde gördüğü köpek yavrusunun üzerine bıraktı baston uçlu siyah şemsiyesini ve yoluna ıslanarak devam etti.
Aldırmıyordu ıslanmaya. Üç saat sonra kalkacak uçağa ıslak binmek yada soğuk alıp hasta olmak... Aldırmıyordu... Damlalar üzerine düştükçe ruhu huzur buluyordu. Devam etti yürüdü, yürüdü, yürüdü. Bir buçuk saatin sonunda hava alanına vardığında sırılsıklamdı. Üzeri de tıpkı gözleri gibi.... Trençkotunun astarı sünmüş ve trençkotundan dışarı çıkmıştı. Rezil bir görüntüyle bir koltuk bulup oturdu. Ruhu gibi simsiyah bavulunu da yanına koydu.. Islaktı. Çok ıslak. Titriyordu, etrafındaki insanlar, buranın da o kadar modern olmadığını hatırlatacak gibi bakıyordu ona... Yarım saat kadar oturduğu koltuktan kalktı ve bavulunu da yanına alarak lavabonun yolunu tuttu. İçeri girmek için 5 €'luk tuvalet ücretini ödedi. Ülkesine göre oldukça pahalı olan bu ücreti ödemek bile koymadı ona. Aklı başında olan biri için soygun olarak nitelendirilebilirdi bu miktar aslında. Üzerini değiştirdi ve dışarı çıktı. Artık tamamen siyahtı. Siyah bir pantolon, siyah kazak, siyah deri ceket ve siyah rugan oxford botlar. Ruhu gibi... Bavulu gibi... Gözleri gibi simsiyahtı üzerine geçirdiği kıyafetleri de.
Uçağın kalkmasına hala kırk beş dakika vardı. Normalde bir saniyesine bile yetişemediği zaman; şimdi salise salise içine batıyor, sanki her salise bir yıl gibi uzun geliyordu ona. İnsanlar geliyor, insanlar geçiyor; uçaklar kalkıyor, uçaklar iniyordu, dibine çöktüğü kocaman penceresinden bakındığı koltuğunun yanından... Kimseyi görmüyordu gözü... Ara ara gözleri doluyordu. Tıpkı Budapeşte'ye şu an kesik kesik yağan yağmurlar gibi. Gözleri durunca, Budapeşte semaları başlıyordu ağlamaya, gökyüzü susuncaysa gözleri...
Sırt çantasını çıkardı ve içinde kendisine gelen mektubu açıp okumaya başladı. İki haftadır hergün okumaktan ve her okuduğunda gözyaşlarıyla ıslatmaktan okunacak hali kalmamıştı mektubun. Bu çağda elektronik posta dururken mektup mu kalmıştı artık demeyin. Ekin hala eski kafalıdır. Sekiz yıldır çıktığı ve ilk günden beri evlilik düşleri kurduğu sevgilisi Emre'nin eseriydi bu mektup da. Ekin hala elektornik posta yerine, yürekten ele dökülerek yazılmış böyle mektuplara değer verirdi. Bu, Emre'nin ona gönderdiği sekizinci mektuptu ve diğerlerinden farkı; son oluşuydu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
♥İnteraktif Hikayeler Serisi♥ [1] #Wattys2017
Ficção Adolescente•Burada sizden gelen şarkı önerilerini dinleyerek kısa hikaler yayınlayacağım.. •Şarkıları, ara ara panomdan yayınlayacağım mesajların altına gelen önerilerden seçeceğim.. •Her bölüm, şarkı öneri sahibine ithaf edilecektir... •Merak ettiyse...