Yine bir sabaha uyandım. Uyanmamın üzerinden yarım saate yakın süre geçmesine rağmen sıcacık yatağımdan kalkmak hiç ama hiç içimden gelmiyordu. Tek düşüncem bugün olumsuz bir durumun oluşmamasıydı. İçeriden gelen televizyonun kısık sesi kulak içimde gezinirken açık kanalı tahmin edebiliyordum. Bir yandan da açmak için uğraştığım ancak ne kadar başarılı olduğum tartışılır olan gözlerim komodinin üzerindeki saate odaklamak için beynimden emir bekliyordu. Ben gözlerimi odaklamaya uğraşırken saatin hemen yanındaki telefonumun çalan telefonun sesiyle irkildim. Sanki yangın çıkmış da binadakileri uyarmak için çalıyordu alarm. O kadar tiz o kadar yüksekti ki neredeyse gardırobun camları çatlayacaktı.
Evet bende gözlerim dedim. Bu diğer pek çok kelime gibi halk dilinde kalıplaşmış. ‘‘Gözleri açmak’’ tabiri bana oldum olası yanlış gelmiştir. Açtığımız şeylerin göz kapaklarımız olmasına rağmen neden kendine ayrılan bölümde hareket eden ve görmemizi sağlayan organı açtığımızı söylüyoruz. Bunu düzeltmek senin işin mi diyebilirsiniz. Evet benim işim değil ama gördüğüm yanlışı benim de düzeltmem gerek. Bu aslında toplumdaki her bireyin sorumluluğu.
Alarmın o sesine uyanmamak imkansızdı. Artık yatmıyor oturur vaziyette düşünceye dalmıştım. Uyuyorum denmeyecek kadar bilincim açıkken uyanığım denmeyecek kadar da kapalıydı. Bir hışımla kendimi toparlardım ve üzerimi değiştirmeye başladım. Televizyonun sesi kısık olmasına rağmen yatak odamın salona yakın olması sesleri net duymamı sağlıyordu. Haberlerde bizim şubenin adının geçtiğini duyduğum anda odadan çıkmıştım ancak maalesef habere yetişemedim.
Odadan çıktığım anda hayatımı birleştirdiğim o harika insan karşımda duruyordu. Alarmımın sesinden kalktığımı anlamış olmalı ki iki elinde iki kahve vardı. Sabahın bu saatinde bile bu kadar düşünceli bir eşim vardı. Onu karşımda gördüğüm an sebepsizce mutlu oluyordum.
Beni karşıladıktan sonra ‘‘Günaydın hayatım’’ diyerek sol elindeki kahveyi bana doğru uzattı. Sağ elimle kahveyi aldıktan sonra bir yudum aldım ve kahveyi sol elime aldıktan sonra sağ elimi Zeynep’imin beline doğru uzattım. Oda eliyle benim belimi kavradı ve başını omzuma yasladı. Yıllarca söylediğim ve hala da söylemeye devam ettiğim o cümleyi takrar söyledim.
-İyi ki varsın!
Zeynebim. Ay yüzlüm. Gecemi aydınlatan yıldızım. Yanımda sadece nefes almasını dünyaya değişmeyeceğim yegane insan. Biraz tanıtayım onu size. Hemen hemen 1.67 boylarında, kendi deyişiyle ideal kiloda, omzuna kadar kahverengi-kızıl arası renkte saçı, ela gözlü, benim tabirimle ay yüzlü harika insan. 30 yılımı birlikte geçirdiğim ve 1 gün bile pişmanlık duymadığım sevgilim. Evet sevgilim çünkü hala ilk günkü kadar seviyorum onu. Bundan sonra da seveceğime adım kadar eminim.
En büyük hobisi ise kitaplardır. Sürekli okur sürekli araştırır. En çok da John Saul okurdu. Suç olaylarıyla uğraşmayı ve sonucu tahmin etmeye bayılırdı. Her gün eve geldiğimde olayları anlatmamı isterdi. Ben ise 30 yıl her gün bu olaylarla uğraşmaktan sıkıldığım için evde anlatmaktan hiç hoşlanmazdım ama sırf onu kırmamak için her gün biraz biraz anlatırdım. Belki inanmayacaksınız ama Zeynep’in bazı olaylarda çok faydası olmuştu.
Mesleği hemşirelikti ve artık başhemşireliğe kadar yükselmişti. Yaşlarımız artık kemale ermeye başlıyor emeklilik vaktimiz yavaş yavaş geliyordu. Dışkapı Yıldırım Bayezid Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde beyin cerrahi bölümünde çalışıyordu. Her gün onu hastane formasıyla görmek harikadır. Bana göre o formanın en çok yakıştığı insandı Zeynep. Yalan söyleyemem eli biraz ağırdı. Bunu biraz ilerleyen yaşına yorabilirdik. Bunu nerden biliyorsun derseniz az iğnesini yemedim. Sağolsun her gittiğim doktorda eşimin hemşire olduğunu bilir gibi iğne yazarlardı. Şöyle bir durum da var canımı biri yakacaksa bunun Zeynep olmasını tercih ederdim.
Ellerimizde kahvelerle kahvaltı masasına doğru yönelirken yarısı açık olan kapıdan içeriye takıldı gözümüz. Orada hayatımıza anlam katan en önemli parça yatıyordu. 24 yıllık en sevdiğimiz varlığımız biricik kızımız Buse. Buse deli doluydu. Gençliğinin baharında gözlerinden ateş saçılan bir kız düşünün. Bana çektiği tek yanı gözleriydi. Koyu kahve gözleri. Uzaktan bakıldığında sadece siyahtı. Onun özelliğini anlamak için sadece yakından bakman gerekirdi. Bizim deli kız yine kendine has biçimde yatıyordu. Normal yattığını hiç görmemiştim. Bu kez başının olması gereken yerde ayakları; ayakları olması gereken yerde başı vardı ve üstüne üstlük birde üstü açıktı. Şubat ayında hele ki Ankara ayazında hasta olmak için mükemmel bir neden. Zeynep’ime masaya geçmesini söyledikten sonra odaya girdim.
Odada buram buram parfüm kokuyordu. Odanın içindeki hafif ışık odayı aydınlatmaya tam olarak yetmiyordu ancak görüş için yeterliydi. Aynalı komodinin önünde birçok makyaj malzemesi vardı. Yatağının başındaki komodinin üzerinde ise güzellik dergilerinden vardı. Bu kadar makyaj malzemesi varken hala dergilere bakarak yenilerini almak istediği belliydi. Nedenini bilmesemde almasında sakınca görmüyordum. Makyaj ona yakışıyordu. Ayrıca onun iyi hissetmesi benim için yeterli bir sebepti. Zeynep içinse tek sorun Busenin makyajını silmeyi unutup yatağa girmesiydi. Yüzündeki tüm fondötenin terlemesiyle birlikte yatağa akması Zeynebimi en çok sinirlendiren şeydi.
Diğer tüm özelliklerini annesinden almıştı. Boyu ve kilosu bile Zeynebimle aynıydı neredeyse. Küçükken her kızım dediğimde ben annemin kızıyım derdi. Çocuk bu alınılmaz diyorsunuz ama ne kadar olgun olursan ol alınıyorsun. Şuan 24 yaşında ve Zeynebim gibi Busem de hemşire. Atamasını bekliyoruz birkaç güne açıklanacağına eminiz. Tercihleri de çok güzel yerlerdi ve en önemlisi büyük olasılıkla Ankarada kalacaktı. Bir kız babası daha ne isteyebilirdi ki.
Busem Ankara Üniversitesi mezunu. Mezuniyetine katılamamam en büyük pişmanlığım. O mezuniyetini kutlarken ve gözleri beni ararken ben operasyondaydım ve üzerime kurşun yağıyordu. Narkotik şubeden arkadaşlar uyuşturucunun izini bulmuş ve ani operasyon kararı almıştık. Seçim şansım yoktu. Kader işte belki kızımın mezuniyetini göremedim ama onlarca belki yüzlerce gencin damarlarında o lanet maddenin dolaşmasını önlemiştim.
Mezun olana kadar her konuşmamızda ‘‘ Bizi çok zorluyorlar’’ diye yakınırdı. Ama okulu ve hocalarını çok severdi. Toz kondurmazdı hiçbirine. Boyu uzun olmamasına rağmen voleybolda harikadır. Fakülte takımıyla birlikte Üniversite oyunlarında 2 kez 1. olmuştu.
Ayaklarının üzerinde durduğu yastığı alıp yavaşça başının altına koydum. Derin bir nefes çekti içine ve tekrar bıraktı. Uyandırdığımı sandığım için çok korktum ama uyanmamıştı. Yerdeki rahmetli kayınvalidemin doldurduğu yorganı alıp üzerine örttüm. Bakmaya doyamadığım kızımı seyir halindeyken Zeynebin sesiyle irkildim. Vakit geçiyordu. Geldiğim gibi yavaşça odadan çıktım.
Birkaç şey atıştırmak için oturduğum masadan kalkmam için 10 dakika vaktim vardı ve ben Busemi seyrederken Zeynebim yine yapmıştı yapacağını. En sevdiğim ekmek arası peynir ve peynirin üzerine domatesi koymuş önüme bırakmıştı. Tam gülümseyerek o klasik cümlemi söyleyecekken sağ elinin işaret parmağını dudağına dik olarak yerleştirdi ve ‘‘şşşş biliyorum. Varım ve hep yanında olacağım’’ dedi.
Sanki tekrar aşık oluyordum ona.
-Söz mü Zeynebim. Söz mü?
-Söz tabi söz hayatım sen ve Busem varken nereye gidebilirim
-Seni seviyorum
-Bende seni seviyorum hayatımın anlamı
Vakit gelmişti. İkimizde kalktık ve sıkıca giyindik. Çıkış kapısının yanındaki masanın çekmecesinden five seven, telsiz ve anahtarı aldıktan sonra aşağı indim. Arabayı çalıştırdım ve Zeynebimin aşağı inmesini bekliyordum. Kuru ayaz iliklerime kadar işlemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNCE ÇİZGİ
General FictionÖlmek üzereyken yaşamakla ölmek arasındaki ince çizgiyi görürsünüz. Kaybettiğinizi sandığınız şeyler aslında sizi kaybeder. Önemli olan şey kaybetmek değil, savaşmadan kaybetmektir. Bugün elindeki şeyler için savaşmayanlar yarın savaşacak hicbirsey...