🌸K🌸

520 77 23
                                    

Seni beklerken her şey nasıl da sana benzedi..(*)

Sözleri dilime dolanan şarkı ile beş saatlik yol sanki Kuzeyin son noktasına gidiyormuşuzcasına uzuyor da uzuyor..

Yolun yarısından sonrasında dinlenmesi için babamdan direksiyonu aldım.
Arka koltukta annemle flörtleşmelerine gülümserken kırkından sonra romantikleşmelerinden rahatsız değilsem de damsız oluşumla canım sıkılmıyor da değil hani.

Annemle babam öyle ilk görüşte aşık olmuş ya da liseden sözlü ya da çocukluk aşkı falan değiller.

İşin aslını anlatayım bir kez daha..

Babam liseden sonra hemen askerliğe yazılmış.
İki senelik askerlik sonrasında memuriyet sınavları ile bir devlet dairesine yerleşmiş.
Postanede memur.
İlk görev yeri Busan'ın bir kazası..
Dağların arasında, sıcak ve nemli, çukurca bir şehir. .
Dağları biraz araladığınızda masmavi denizin bu şehri neme boğan olduğunu anlayabiliyorsunuz.
Dağlar engel değilmiş yani varmak istediğiniz yere..
Deniz olarak varamazsanız da yanıp tutuşur, havaya karışır nem olarak varırsınız.
Gören size deniz demez ama bir parçanız orayı hissediyorsa kimin ne gördüğüne ne dediğinin bir ehemmiyeti kalmıyor..

Babam bu şehre vatana hizmet olsun, milletin işi görülsün, ehh cebimize de üç beş won girsin diye bir bavulla gelmiş, Seul'ün bir ucundan, Goyang'tan.
Küçük bir daire tutmuş ki o zamanlar epey masraf etmiş.
Hala ara sıra hayret ederek anlatır.
Anlaşılan Seul'den gelen memur diyerek fazla fazla kesmişler babama faturayı.
Ta ki annemle evlenene kadar.
Bu da bir ay eksik, iki ay şurdan derken yuvarlak hesap iki yıl sonrasına denk geliyor.

Babam, belki memuriyetinde yeni olmanın verdiği heyecanla belki yapacak başka işi yok ya da maaşının hakkını vermek için canla başla çalışır, vazifesinin üstünde gayret gösterirmiş.
Haliyle işi gücü yerinde bu çalışkan taze gence kızını vermek isteyen çok olmuş.
Ama babamın kafasında evlenmek fikri dağların ardındaki dalga sesi gibi cılız bir fikirmiş.
Fakat efendim insanlar onun kimseyi kırmamak için ezilip kızararak geri çevirişlerini naz olarak kabul edip ısrarda lüzum görmüş.
Her gördükleri yerde buna ısrarın ötesinde dillendirir olmuşlar.

Tüm bu ısrar ve baskılardan bunaldığı bir anda sevdiği olduğunu uydurmuş.
Maksat ahalinin ısrarını kesmek..
Fakat yaşı başı kadar insanı baş göz etmişliği bulunan bu insanları kandırmak o kadar kolay olmamış.
Kim olduğunu sorar, görmek ister olmuşlar.
Babam bir çıkmazın içine düşünce evinin yakınındaki bir markette çalışan annem hesaptan kitaptan ve daha fazlasından anlar umuduyla, ehh bir de muhatap olduğu tek genç kız oluşu ile usulünce teklif etmiş lakin işin aslını da söylemiş.
Israrlar susana kadar.
Sonrasında zaten beş yılı bir şekilde bu şehir de doldurup tayin istemek niyetindeymiş.

Evdeki hesap ne zaman çarşıya uymuş ki postanedeki hesap marketteki ile uyuşsun.
Milleti oyalayacağım derken evlenmişler.
Babam dürüst, annem mert.
Hamurları uymasa da havaları uymuş.
Olmuş bu iş.
Yine de babamın henüz evlenmek gibi işe rızası olmadığından aynı evin içinde anneme iki yıl dokunmamış, gerçek manada karı koca olmamışlar.
Annemin de buna sesi çıkmamış.
Çünkü babam ne isterse bir fazlasıyla ona hazır edermiş.

İki yıl sonrasında aslında iki yıl boyunca önce gözleri birbirine alışmış sonra kalpleri. Suları da ısınınca üçüncü yıla esmerce bir güzel oğlan çocuğu, ben, onların iki olan nefesini üçe çoğaltmışım.

Babamın beş yılını doldurup Seul'e tayin isteyeceği bu şehirde on beşime kadar kaldık. Annemin anne ve babası bir hafta ara ile vefat ettiğinde, onlara fazlasıyla düşkündür, şehir aldığı nefesi vermeyi zor edince gitmek istedi..
Seul'e tayinle göçüp gittik.

Geride pek çok eş, dost ve ev gibi komşu bırakmıştık.
Aradan geçen beş yılda birçoğunu unutsam da o günkü gibi hatırladığım komşumuz, bizi davet eden, SeungSoo amcalar var.
Do SeungSoo ve eşi Lee Minju
Tam adını bile hatırlıyorum.
Benden bir yaş küçük bir kızı ve yine benden üç yaş küçük bir oğlu vardı.
Kızının adı Minsu, oğlunun adı KyungSoo.

Benim on beş yılımın yarısı, belki daha fazlası onların evinde geçti.

Minju teyze annemin kız kardeşi gibidir.
Annem tek çocuk olduğundan, huyu suyu da tutunca onunla kardeş gibi olmuş on sekiz yılda.
Annem tek çocuk olmanın yalnızlığını fazlasıyla yaşamış ve ailesinden sonra tamamen tek kalışına çok içerlemiş.
Benim de yalnız kalmamam için epey kardeş çalışması yapmışlarsa da onlara uygun görülen tek meyveli iki köklü ağaç olmakmış.
Tek çocuk olarak istemeden çok şey önüme gelse de ne ben şımardım ne de onlar durumu abarttı.
Ben ne istediğimi her zaman bildim, onlar ne vermesi gerektiğini. .

Babam ve SeungSoo amca ise askerlik arkadaşı gibiler.
Saatlerce, bir türlü kanımın ısınmadığı ve bende kirpiğimi kımıldatacak kadar dahi heyecan uyandırmayan beyzbol maçları hakkında konuşurlardı.

Babalar hakkında bu kadar.
Çünkü onların mevzuları fazla sıkıcı bulurdum.
Asıl aksiyon annelerde.
Bütün bir şehrin dile düşen her olayı onların iki fincan çayından geçerdi.
Minju teyze ve yeşil güllü fincan takımı..

Ne zaman yeşil gülleri ile o fincanları hatırlasam kalbim tatlı tatlı sancır.
Sessizce kabul ederim her bir sızıyı.

Annem ve babamın bir aşk hikâyesi yoktu.
Onlar yılların alışkanlığı ile zamanla birbirini sevmişti.
Benimse kalbimde gizlice bir olmazı taşıdığım aşk hikâyem var.
On iki yılı kalbime tek tek yazılan bir aşk hikâyesi.
Öyleki o, kalbimde nasıl ve ne zaman aşka dönüştü hiçbir malumatım yok.
O bu dünyaya gözlerini ilk açtığında, kanatları kırılmışçasına ağladığında,
annemin dediğine göre bebekler cennetten düşen meleklermiş,
yanındaydım.
Ben hatırlamasam da annem hatırına düştükçe gülerek anlatır.
O ağlıyor diye ağlamışım susana kadar.
Sonra demişim ki:

"Kanatları kırıldığı için çok acıyor olmalı."

Ve öpmüşüm kırmızı yanaklarından.
Acısı dinsin diye.

Yine olsa, yine öpsem dedim çok kez kalbimden..

Beş yıl oldu..

Hala yanakların beni görünce kızarır mı ki?!
Yine annenin yeşil güllü fincan takımından bir çift kaçırıp çay niyetine portakal suyu içer miyiz sevdiğim?

Beş yıl oldu.

Senden bihaberim.. Benden bihabersin.
Kalbimdeki varlığını dahi unuttuğum bir anda adını duyunca sızladığında farkettim ki sen hala aynı yerdesin.
Elimizde yeşil güllü fincanlarla masanın altında annenden saklanarak portakal suyu içiyoruz.
Dökülen portakal çayımıza (!) gelen karıncalardan başka kimse bilmez.

Gözlerim doluyor, neden?
Uzakta bir özleyenim mi var, uzaklarda bir özlediğim mi?
Belki de tekrara aldığım şarkı yüzünden. .

Seni beklerken her şey nasıl da sana benzedi..(*)

🌸💕🐻🐧💕🌸

(*) Hüsnü Arkan & Birsen Tezer 🎶 Öyle Bir Rüya



Fincanında Yeşil Güller Vardı.. 《Dörtleme》Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin