Saçmalığın Daniskası

4 0 0
                                    

Ağacın dallarından sarkan iki kol ve bacak...

Nasıl oluyor ki bu?

Ayaklarından asılsa kolları sarkar; kollarından asılsa bacakları sarkar.

Dut ağacındaki bu ilginç görüntüyü arkamda bırakıp yürümeye devam ediyorum. Biraz kurumuş, biraz da kirlenmiş bir gölün kenarında buluyorum kendimi. Suyun rengi bir ilginç. Atılmış çöpler mi, yoksa başka bir şey mi sebep olmuş buna bilmiyorum. Bu sırada bir ses:

-"Yapma!"diye bağırıyor arkamdan. Sonra ona doğru dönüyorum, dönüşümü fark ediyor ve devam ediyor:

-"Yapma, bu kadar yeter! İnsanlara çektirdiğin eziyet yetmez mi? Git, derhal git buradan!"

Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemiyorum. Donup kalıyorum olduğum yerde...

Bu sırada bana bağıran ve öfkesini kusan o sesin sahibi üzerime doğru geliyor. Bir şeyin hıncını alacakmış gibi bir yüz ifadesiyle ve korkutucu bir şekilde...

Önüme bakıyorum. Koşacak yerim yok. Kapana kısılmış gibiyim. Ne yapacağımı bilemiyorum. Tekrar arkama döndüğümde bir elin bana doğru uzanmak üzere olduğunu görüyorum. Zaten görmemle, o eli omzumda hissetmem bir oluyor. Sert bir şekilde tutuyor beni bilinmez el. Canımı yakıyor...

Dayanamıyorum, çevik bir hareketle kurtuluyorum bu yabancı elin tahakkümünden...

Hemen koşmaya başlıyorum. Arkama bakmadan koşuyorum. O el beni takip ediyor mu; yoksa bıraktığım yerde duruyor mu bilmiyorum. Tek bildiğim kaçmak istediğim. Engebeli arazide zorlanarak da olsa hızlı bir şekilde ilerliyorum. Nefes nefese kalıyorum bir süre sonra. Hatta nefes alış – verişlerim o kadar hızlı bir hâl alıyor ki, durmak zorunda kalıyorum.

Gözlerim toprağın üzerinde tek şerit hâlinde ilerleyen çalışkan karıncalara takılıyor. Hayret ve hayranlıkla izliyorum çalışkanlıklarını...

Disiplin, sorumluluk bilinci ve sonucunda gelen başarı. Bir adımda bitebilecek bir hayatı yaşıyor olabilir karıncalar ama bir ömürlük çalışma ve çabayı göstermekten asla geri kalmıyorlar.

İnsanlık adına utanarak, karıncalara da duyduğum saygının göstergesi olarak dikkatli adımlarla oradan uzaklaşıyorum. Yürümeye devam ediyorum. Ne biraz önceki güçlü eli hissediyorum omzumda ne de başka bir korkuyu. Şimdi de tek başıma olduğumu hissediyorum, bu geniş, boylu boyunca uzanan sınırsız toprak parçasında...

Ne bir insan ne de bir hayvan var çevremde. Ayaklarım daha fazla devam edemiyor. Tekrar duruyorum. Yorulduğumu, bir ağacın altına oturunca anlıyorum. Saatin kaç olduğundan haberim yok. Kaç saattir burada olduğumdan da haberim yok. Kafamı kaldırıp güneşin konumuna bakıyorum. Anladığım kadarıyla günü çoktan yarılamışız. Ne yapacağım peki ben? Nereye gideceğim?

Altında oturduğum ağacın dallarına, yapraklarına bakıyorum. Ne ağacı olduğuna dair en ufak bir fikrim yok. Olmasını da istemiyorum zaten.

Birden kalkmak ve buradan uzaklaşmak isteği duyuyorum. Bu istek, yorgun olduğumdan ayaklarıma söz dinletemiyor. Bir süre daha sessiz bir şekilde oturuyorum bilinmez ağacın gövdesine yaslanmış vaziyette.

Uzunca bir süre sonra, ayaklarımın üzerine basacak gücü bulabiliyorum kendimde. Ani bir hareketle doğruluyorum. Etrafıma bakıyorum. Güneş tam karşımda, iyice alçalmış. Akşam oluyor demek ki...

Sağ bileğimdeki kırmızı leke dikkatimi çekiyor tam o sırada. Dikkatli bir şekilde bakıyorum. Önce ne olduğunu anlayamıyorum, dokunuyorum, anlamaya çalışıyorum. Bu bir, kesik izi. Nerede, ne zaman, nasıl oldu, bilmiyorum! Ama kırmızı leke gittikçe fazlalaşıyor. Ben sildikçe, bir çizgi hâlinde kırmızılık beliriyor. Durduramıyorum!

Etrafıma bakıyorum. Kullanabileceğim, kanamayı durdurabileceğim bir şey arıyorum ama nafile...

Dakikalar ilerledikçe kanamanın hızı artıyor...

Yok mu bir çare?

Kanamayı durdurmak gerek, bunu biliyorum!

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 17, 2017 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

SAÇMALIĞIN DANİSKASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin