Tuna o karın boşluğundaki yaraya elindeki iğneyle son ilmeyi de attı. Yapacağı her şeyi yapmıştı. Geriye bir tek çocuğun göstereceği direnç kalmıştı. Ya savaşıp hayatta kalacaktı ya da ölüp Sina ve Tuna‘yı vicdan azabı içerisinde bırakacaktı. Tuna Sina’nın bu sefer dayanamayacağından emindi kendine zarar vereceğinden emindi. Bu çocuk ne olursa olsun yaşamalıydı! Ne olursa olsun hayatta kalmalıydı!
Tuna neden yaşadığını sorgulardı her zaman ta ki Sina’yı görene dek. Onun o masum bakışları bakışlarına değene dek.
Tuna, karşısında savaş veren iki bedeni de hem kıskançlık hem de hayranlıkla izliyordu. Kıskançlığının nedeni serseriye fazla önem veren Sina , hayran bakışlarını yönelttiği kişiyse yine tüm masumluğuyla huzurlu bir uykuda olan Sina’ydı. Onun için her şey uzun zamandır Sina’ydı ya zaten.
Sina onun için ufukta yeni doğan güneşin gökyüzünde oluşturduğu kızıllığı gösterip sonra yavaşça salına salına bulutların arsındaki yerini aldığında dokunulacakmış hissi verip bir o kadar da uzak olduğunu fark ettiğinde yaşadığı hayal kırıklığıydı.
Sina onu için en sevdiği şekerlerin bitmemesi için yavaşça ağzında bıraktığı hazzı iliklerine kadar hissederek yemek ama bitirmeye korkmaktı.
Sina onun için bulutların içine saklanmış su damlalarıydı. Kanat çırpan kuşlardı, yolunu kaybetmiş tir tir titreyen bir çocuktu hatta. Sina baktığı gördüğü hissettiği her şeyde , her yerdeydi. Onu mutlu eden de Sina’ydı, korkutanda. Huzur veren de Sina’ydı, endişelendiren de. Sina, her şeyin sebebiydi yaşamının bile…
Sina onun için sandalı olmayan bir adamın kız kulesindeki biricik aşkıydı. Hırçın dalgalara atlamıştı aşkı için adam ama attığı kulaçlar onu ilerletmiş sular onu inatla geri itmişti. O da kıyıya çıkıp yalnızca izlemeyi seçmişti. Sevdiğini göz hapsine alıp hayallerinde kavuştu onunla, hayallerinde yaşattı onu , mutlu oldu , umut doldu. Hayallerinde Sina da Tuna’yı seviyordu aşkı karşılıksız değildi. Ama gerçekte Sina onu fark etmemişti bile tıpkı kız kulesindeki kızın umutsuz adamı fark edemediği gibi. O kız denizin hırçın dalgalarından kulesinin sağlam duvarları arkasına saklanmış, Sina’ysa acımasız dünyadan insanlardan kaçmak için kendini bu küçük apartman dairesine kapatmıştı.
Yanında olamayacaktı belki hiçbir zaman , ama aldığı nefeslerle varlığıyla avunacaktı. Sina’nın bembeyaz tenine yakından bakabilmenin verdiği heyecan vardı kalbinde. Onun her halini görmüştü ama onu uyurken görmek bir ilkti Tuna için. Oysa ki uyurken hep onun yüzünü izlediğini yatağa dağılmış kızıl saçlarını okşadığını , küçük masum bedene sarıldığını hayal ederek uykuya dalardı Tuna. Hayallerinde bile olsa bu yaşadıkları, her şeye rağmen mutluydu.. . Şimdi onun uyuyan masum bedeni karşısında uzanıyordu. Kızıl saçları da beyaz yastığın üzerine dağılmıştı. Kurumuş kanla kaplı ellerini vücuduna sarmış öylece uyuyan bedene dokunmaya korkuyordu Tuna. Saçlarını okşamaya ölesiye korkuyordu. O dokunduğunda her şey yok olacak anın büyüsü bozulacakmış gibiydi. Tuna ne zamandır nefesini tuttuğunu bilmiyordu ama ciğerleri yanmaya başladığında tekrar nefes almaya çalışmış ve yapmaması gereken şeyi aklına kazımak için kendini cezalandırırcasına ellerini saçlarına götürüp saç dipleri acıyana kadar çekmişti. Eğer ona dokunursa , tenini teninin altında hissederse daha fazlasını isterdi. Artık hayalleri yeterli olmazdı onun için… Bu beden ona hiç bir duygu beslemezken ona dokunursa yalnızca kendini suçlu hissedecekti.
Tuna’yı düşüncelerinden ayıran serserinin ağzından çıkan kısık ve acı dolu inleme olmuştu. Verdiği morfinin etkisi geçiyor olmalıydı.
Tuna ayaklandı artık bu düşüncelerinden arınmalıydı. Burada önemli olan onun düşünceleri değil ölümle savaş veren o serseriydi. Çocuğun yanına gitti. Yarasındaki sargıları değiştirdi. Ateşi yoktu. Bu, herhangi bir enfeksiyona maruz kalmadığını gösterirdi. Kurtulacaktı ama çok kan kaybetmiş oluşu Tuna’ya diğer ihtimali de düşündürtüyordu. Ani adrenalin patlamasıyla bunu başarmıştı ama şuan yaptığı hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Tüm bilgilerini unutmuştu. Bekleyecekti. Yorgundu. Kapanan gözlerine engel olmaya çalışıyordu. Ama onun için fazlasıyla yorucu , acımasız ve acı verici bir gündü.
Tuna‘nın bilinci karanlığa doğru çekiliyordu istemese de …Yine Sina’lı hayallere adımlar atıyordu. Yine mutluluğun huzurun kollarına atılıyordu.
Odada üç uyuyan bedenin aldığı ağır nefeslerden başka hiçbir ses yoktu. Tuna rüyalarında mutluluğu tadarken; Sina korkunun ölümün hizmetkarı , isyankarı oluyor, kabuslarında korkularını mutsuzluklarını acılarını tekrar yaşıyordu.
O adını bilmedikleri serseri Utku’ysa kararsızdı. Yaşamak istiyor muydu bilmiyordu. Yaşamalı mıydı yoksa ölüme doğru koşmalı mıydı? Hep ölmeyi dilememiş miydi ? Peki şimdi onu engelleyen neydi ?
Boşluktaymış gibi hissediyordu. Sonsuza kadar kalacağı bir boşluktaymış gibi. Hayatının gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçmesini bekledi ama geçmedi. Geçmesini de istemiyordu aslında acı dan başka ne vardı ki hayatında.
Kulaklarında meleksi bir ses sürekli yankılanıyor ona yalvarıyordu. Bir tarafta ölümün karanlık kolları diğer taraftaysa kendine seslenen kızıl saçlı , kalbinin hızla çarpmasını sağlayan melek vardı. Melek o kadar güzeldi ki… Ama akıttığı gözyaşları ne içindi? Kalbinin acıdığını hissetti Utku. Melek kollarını açmış onu beklerken kollarının sıcağını teninde hissediyordu Utku. Ama kalbindeki soğukta onu karanlığa doğru itiyordu. Kimi ya da neyi seçmeliydi ? Hangi yol doğruydu? Yine bir çelişkiye hapsolmuştu işte.
Utku meleğin aralık dudaklarını alnında hissettiğinde tüm kuşkuları bitmiş tükenmiş, yok olmuştu. Bedenine yayılan sıcaklık hızla kalbini sardı. Utku kızıl saçlı meleği onu cehenneme dahi çağırıyor olsa , ardından koşa koşa giderdi ve gidiyordu da…
Ağır göz kapaklarını ardına kadar hızla açtı. Bakışları Sina’nın bakışlarıyla buluştu ve tüm vücudunun hatta kalbinin bile sıcaklıkla dolup titrediğine şahit oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİZMETKAR
Teen FictionÖlüm kadar iyi bir sahip, korkak olan kadar iyi bir hizmetkar yoktur.