İki: "Doruk"

179 14 5
                                    

Ertesi gün televizyonun karşısında tembellik ederken kapım çaldı. Gelen kişinin dünkü ajan olduğunu düşünüyordum. "Kim o?" dedim kapının arkasından. En yakın zamanda şu kapıya dürbün taktırmam gerektiğini aklımın bir köşesine not aldım.

"Benim." Sesini tanımıştım. Kapıyı açmadan önce kapının yanındaki aynada üstüme baktım ve kendime çeki düzen verdim. Kapıyı açarken gülümsemeye çalıştım. Doruk'la görüşmeyeli uzun zaman olmuştu. Eski uzun saçı gitmiş, kısa ve biçimli bir saç gelmişti. Biraz kilo almış ama bu ona yakışmıştı. "Konuşmamız gereken şeyler var."

Çok ciddi bir yüz ifadesi vardı. Bu normal değildi, Doruk her zaman neşeli bir insandı. Kötü bir şeyler olmuş olmalıydı. "Ne oldu?"

"Burada konuşamayız, biliyorsun." dediğinde NESA'yla ilgili bir şeyler olduğunu anladım.

"Yıllardır görüşmüyoruz ve sen NESA yüzünden mi kapımı çalıyorsun?" dedim sinirle. "Cidden, ne düşünüyordun? Hemen seninle güvenli bir yere gidip NESA hakkında konuşacağımı mı? Hayır, bunu yapmayacağım."

Güldü ve sesimi taklit ederek, "cidden, sadece rol yapıyordum" dedi. Bunu duyunca karnına bir yumruk geçirdim. O acıyla yerde kıvrınırken ben, "haketmiştin" diye mırıldandım. Yardım etmeyeceğim diye kendi kendimle inatlaşırken dayanamadım ve yanına gidip elinden tuttum. "Hadi kalk."

Elini çekti ve çevik bir haraketle yerinden kalktı. "Bu da roldü. İşte bu yüzden ben senden daha iyi bir ajanım."

"Ben artık ajan değilim, hatırlatırım." dedim ve ekledim. "Hadi içeri geç."

Kapıyı kapattıktan sonra hemen mutfağa gidip iki kupa kahve hazırladım. Elimde kahvelerle içeri geçerken, "Şaka bir yana, gerçekten konuşmamız gereken önemli şeyler var." dedi Doruk. Kahvelerden birini ona verdim ve karşısındaki koltuğa bağdaş kurup oturdum.

"Ne hakkında?" dedim merakla.

Dudağını ısırdı. "Seni daha önce görmeye gelemememin sebebi NESA'nın senin hakkında bize bilgi vermemesiydi. Seni aradım ama sürekli beni engellediler. Dün Ayaz'ı gönderdiklerini duyunca hemen Ayaz'la konuştum. Sen gittikten sonra zaten aramız açılmıştı onunla. Neyse işte, bende adresini öğrenir öğrenmez geldim." İç çekti. O devam etmeden ben araya girdim. "Dün buraya gelen Ayaz mıydı?" kafasını salladı. "Benim zamanımda o da mı NESA'daydı? Nasıl onu tanıyamam?" diye kendi kendime konuşmaya başladım.

"Sanırım bu konuyu daha sonra konuşmalıyız. Zamanı değil." dedi.

"Niye?" dedim merakla. Gerçekten merak ediyordum.

Sıkıntıyla içini çekti. "İkinizin konuşması gereken bir mesele, beni karıştırmayın." dedi çocuk gibi bir sesle.

"Nasıl? Tanımadığım bir insanla aramda ne gibi bir mesele olabilir?" dedim üsteleyerek.

"Bunlardan daha önemli şeyler var şuanda, Ada!" dedi sinirle. Bu kadar sinirlenmesinin sebebi neydi? Bu kadar saçma bir şey yüzünden strese girecek bir insan değildi Doruk. "Geri dönmelisin."

Duyduklarımı anlamaya çalıştım. Geri dönmek mi? NESA'ya mı? "Hayır, dönmeyeceğim!" diye bağırdım. "O lanet yere dönmeyeceğim, bana yaptıklarından, aileme yaptıklarından sonra dönmeyeceğim!" Farkında olmadan Doruk'a saldırmaya başlamıştım. Yumruklarımı ona savururken o hiçbir şey yapmıyordu. "Hayır."

Kollarımı tuttu. "Ailen." durakladı. "NESA ailenle ilgili bir şeyler saklıyor. Bu yüzden geri dönmelisin."

Doruk'un dediğinden sonra hemen evden çıkmıştık. Biraz temiz havaya ihtiyacım vardı. Boğazın kenarında bir bankta otururken 3 yıl önce yaşadığım her şeyi hatırlamaya çalıştım. Tek tek bütün anılarımı düşündüm. Kuzenlerimin ölümünü hatırladığımda tırnaklarımı bileğime geçirdim. Bu unutmamı sağlıyordu. "Ne yapıyorsun sen?" dedi Doruk korkulu gözlerle.

Ellimi öylesine salladım. "Önemli bir şey değil, bir yöntem sadece."

"Ne yöntemi?"

"Aklıma hatırlamak istemediğim bir anı geldiğinde dikkatimi başka yere çekiyorum." dedim bileğimi göstererek. Küçük çiziklerle doluydu.

Doruk bileğimi tuttu ve incelemeye başladı. "Bu iyi değil. Ada... Ada bu hiç iyi değil." dedi korkuyla. "Bu, hayır, bunu bir daha yapma. Sakın yapma."

Kolumu hızla çektim. "Benimkisi sandığın şeyden değil, aklım gayet yerinde."

"Yine de yapma." dedi yumuşak bir sesle. "Ben kahve almaya gidiyorum 5-10 dakikaya gelirim." dedi ve hızlı bir şekilde ayağa kalktı. O giderken arkasından el salladım ve manzaranın güzelliğine geri döndüm.

Boğazın rahatlatıcı rüzgarı, manzaranın güzelliği, martıların sesleri... Bunların hepsi bana annemi hatırlatıyordu. Bazen annem ve babam ölmeseydi nerede olurdum, ne yapardım gibi sorularını düşünüyorum. Büyük ihtimalle ajan olmazdım. Bir avukat olurdum. Eniştemin şirketinde çalışır ve mutlu olurdum. Annem ve babamdan ayrılıp başka bir eve taşınmış ve birkaç yıl sonra evlenirdim. Yakışıklı, benim gibi avukat ve iyi kalpli biriyle. Küçük, kumral rengi kıvırcık saçları olan bir kızımız olurdu. Adını 'Aleyna' koyardık. Evin içinde sürekli koşturup dururdu. Düştüğünde yanına gider ve ona sinirlenirdim, kendini incittiği için. Okula başladığı gün onun yanında olurdum. Okuldan mezun olurken yanında olurdum. Liseye başladığında ve bitirdiğinde de... Gözlerimden birkaç damla yaş düştü. Ağlamamalıydım ama kendimi tutamıyordum. Bütün bu düşündüklerim kalbimi yakıyordu.

Arkamda kıpırtı hissettiğimde Doruk'un geldiğini sandım ve gözlerimi sildim. Yanıma oturduğunda Doruk olmadığını anladım. "Senin ne işin var burada?"

"Geçiyordum bir uğrayayım dedim." dedi alayla. Gözlerimi devirdim. "Niye ağlıyordun?"

Sert bir sesle, "Sana ne?" dedim.

"Ben sana cevap vermiştim, sıra sende."

"Niye buradasın?" dedim sinirle.

Omuz silkti. "Sen benim soruma cevap vermedin."

"Kes şu saçmalığı!" diye bağırdım. Çevremizde yürüyen herkes bize baktı. Umursamadan devam ettim. "Sana demedim mi? Beni rahat bırak. Dönmeyeceğim diyorsam dönmeyeceğim!"

Eliyle ağzımı kapadı. "Biraz sessiz ol. İnsanlar rahatsız oluyor. Bu güzel pazar günlerini bozma." dedi sakince. Elini ağzımdan çekerken her an geri kapayacakmış gibiydi. "Dönmen için ikna etmeye gelmedim. Bugün tatil günüm, iş yapacak değilim herhalde." dedi bacak bacak üstüne atarken. "Manzara çok güzel değil mi? Bana anneni hatırlatıyor. Sen de hissetmişsindir değil mi? Anneni özlediğini."

Şaşkınlıktan şoka girebilirdim. Oracıkta, o dakika. "Ne-nasıl.." diye mırıldandım kendime.

“3 yıl öncesini iyi hatırlayamıyorsun, değil mi?” diye sorduğunda Boğaz’ı birden unutmuştum.

“Evet.” dedim. Sonra fısıltıyla ekledim: “Bir ajan olabilirsin ama bunu bilmen imkânsız. Nasıl bilebilirsin?”

Güldü. “Evine geldiğimde beni ilk görüşündü, değil mi? Hayır, ilk kez görmedin. 2011 senesinde beni sürekli görüyordun.” Tekrar güldü. “Bunu bilmek için ajan olmaya gerek yok.”

"Sen... nasıl yani...Yoksa Doruk'un bahsettiği şey-" Arkadan Doruk'un sesini duydum. "Seni hangi rüzgar attı buraya Ayaz?" dedi gülümseyerek.

Ayaz ayağa kalktı ve Doruk'un elini sıktı. "Tatil günümdü, biraz hava almak için dışarı çıktım. Ada'yı görünce de bir selam vereyim dedim."

Doruk, "İyi yapmışsın. Bende kahve almaya gitmiştim. İstersen benimkini alabilirsin." dedi.

"Hiç gerek yok, zaten işlerim var. Akşam bir davete gitmem gerekiyor, bilirsin. Aile meseleleri işte. Sonra görüşürüz nasıl olsa. Kendinize iyi bakın." dedi. Bana son bir bakış attı ve elleri ceplerinde yürümeye başladı. Doruk yanıma otururken iç çekti. "Onu böyle canlı görmeyeli uzun zaman oldu. Senin gibi.."

O zamanlar dediğinin ne anlama geldiğini anlamamıştım. Daha sonra anladım...

LimonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin