Üç: "Savaş Yaklaşıyor"

106 10 2
                                    

Akşam Doruk beni eve bıraktıktan sonra gitmişti. Kalmasını söylemiştim ama işleri olduğu için gitmesi gerektiğini iddia etmişti. O hiçbir zaman içinde 'iş' olan şeyleri aceleye getirmezdi. Bugünün işini yarına bırakma deyişi onun için anlamsızdı. Her zaman geciktirmeyi severdi. Bu yüzden ona inanmamıştım ama yine de gitmesine izin vermiştim.

Yine kendi yalnızlığıma dönmüştüm kısacası. Nedendir bilmiyorum ama kendimi rahatsız hissediyordum. 2 gündür evde olan karmaşalardan mıdır bilinmez, evin sessizliği tuhaf geliyordu. Bu insan olduğumun bir göstergesiydi belki de ama benim kalbim kırılalı 3 yıl oldu. O zamandan beri tam bir insan değilim.

Ayaz gittikten sonra Doruk asıl konumuzu daha sonra konuşacağımızı söylemiş ve ben yokken olan her şeyi kısaca anlatmıştı. Anlattıkları arasında en şaşırdığım ise yöneticilerden birinin göreve gönderilmesiydi. Bir yönetici asla göreve gitmezdi, konu savaş değilse tabi ki. Ama ortada savaş falan yoktu. Tuhaf olan da buydu zaten. Savaş olmadığı halde savaş görevine gidilmesi. 

Saatlerdir bu konu hakkında düşünüyordum. Aklımda birkaç teori vardı ama olmama olasılığı çok yüksekti. Bunlardan biri yönetimde olan bir yolsuzluk olabilirdi, ya da... bir savaşın işareti.

"Belki de bunları düşünmeyi bırakmalıyım." diye mırıldanarak yatağıma uzandım. NESA'da nelerin olduğu pek umurumda değildi. Olmalıydı belki ama değildi işte! İçimde intikam duygusu elbette vardı ama yapamazdım ki. Karşımda uluslar arası bir ordu dururken, nasıl intikam alabilirdim?

Yapamayacağım o intikam planlarını düşünürken uyuyakaldım.

Sabah kalktığımda saat 9'u biraz geçiyordu. Hava bulutluydu. Sanki akşamüstüymüş gibi karanlık çökmüştü. Tam evde tembellik etmelik bir havaydı. Ama Doruk'la yapmam gerekenler vardı. Buluşup önceki gün konuşamadığımız konuyu konuşacaktık. Merak ediyordum. Önemli bir şey olmasa bu kadar ısrar etmezdi.

Telefonum çaldı. "Efendim?" diye cevapladım. Arayan Doruk'tu.

"Ne zaman buluşuyoruz güzellik?" dedi neşeli bir sesle.

"2 saat sonra olur mu?" dedim dolabımı karıştırırken.

İç çektiğini duydum. "Ama ben çoktan kapındayım."

Ah, bu çocuk! "Bekle, kapıyı açayım." dedim ve kapıyı açmak üzere odamdan çıktım. Karşımda duruyordu. "Evime izinsiz girebileceğini kim söyledi?" Elinde hırsızların ve bizim gibi ajanların kapı açmak için kullandığı aletlerden vardı.

"Bu benim hobim." dedi elindekini bir kere sallayıp cebine atarken.

Seni anlıyorum dercesine kafamı salladım. Yanından geçip oturma odasına yöneldim. "Evim biraz dağınıktır, kusura bakma. Düzeni sevmem, biliyorsun." dedim oturmasını işaret ederek. Yemek masasının üstündeki cips paketlerinden biri alıp ona fırlattım. "Evde yemek de pişmiyor."

Güldü. "Tiramusu olmasını beklerdim." dedi dudaklarını yalayıp. "Zaten bir tek onu yapmayı beceriyordun."

Önceden her pazar günleri tiramusu yapar ve arkadaşlarımı çağırırdım. Güzel vakit geçirirdik. Akşama kadar sohbet eder, dedikodu yapar, tabu oynardık. Ne kadar özlemiştim aslında bunları. Kendimi savunmak için harekete geçtim. "Hayır, hiçte bile! Evde olduğum şu son yıllarda gerçekten lezzetli yemeklerin yapılışını öğrendim." dediğimde alayla güldü. "İnanmıyorsan yaparım!"

"Ya zehirlenirsem." dedi beni sinir eden bir yüz ifadesiyle.

Kaşlarımı çatıp ona bir yastık fırlattım. "Ölümün bir ajanın silahıyla mı olmalı, yoksa benim elimle yaptığım yemeklerden mi?" elinden yastığı hızla çekip yerine yerleştirdim. "Senin seçimin."

"Yemek yapmak sözün olsun ama şimdi konumuza dönmeliyiz." dedi ağzına bir cips daha atarken.

"Buranın güvenli olduğunu sanmıyorum." dedim mırıldanarak.

"Dün gece evi taradık, birkaç böcek bulduk ve imha ettik. Merak etme." dediğinde kaşlarımı çattım.

"Evime mi girdiniz?" dedim kızgın bir sesle.

Gülümsedi. "Hayır, senden sonra teknoloji bayağı gelişti. Dün eve geldiğimde bir böcek yerleştirdim. Senden ayrıldıktan sonra da evdeki diğer böceklerin frekanslarını bozduk."

"Diğerlerini tanıyor muyum?"

"Evet. Çişem, Toprak, Ayaz ve Serhat."

Çişem, yönetim kurulundan birinin sekreteriydi. Eskiden aramızdan su sızmazdı. Çok iyi anlaşıyorduk. Hatta sürekli birlikteydik. Market alışverişimizi, giysi ve mücevher alışverişlerimizi birlikte yapardık. Canımız sıkılıdığında bir bara gider, kafayı bulurduk. Sonra ya onun evine ya da benim evime giderdik. Bütün gece boyunca eğlenirdik. En iyi arkadaşlardık.

Toprak'ı pek tanımıyordum aslında. Birlikte göreve gittiğimiz zamanlar olmuştu ama genellikle diğerleriyle takılmayı tercih ederdi. Aslında onun hakkında bildiğim şeylerde vardı. Bize her ay anket yaparlardı. Bu anketleri yönetimdekilerden başka kimse göremezdi ama ben bir keresinde görmüştüm. Onun kağıdını okumuştum. Bu bir suçtu ama yakalanmamıştım, değil mi?

Ayaz'ı tamamen unutmuştum! Geçen olanlar hakkında hiç düşünememiştim. Neler olmuştu? Eskiden onu tanıdığımı kastetmişti. Onu nasıl unutmuştum? Bu mümkün değildi ki! Bazı şeyleri unuttum ama niye onu da unuttum? Tam bir saçmalık.

Serhat ise benim ailemdi. Ailemi kaybettikten sonra NESA beni almıştı. O zamanlarda bana ağabeylik yapmıştı. Benim mutlu olmam için elinden geleni yapmıştı. Beni korumuştu. Ailemden alamadığım sevgiyi vermeye çalışmıştı. Yıllardır benimleydi ve ona bir şey olmasından çok korktuğum için ondan uzak durmaya çalışıyordum açıkçası. Onunla konuşmamamın sebebi de bir bakıma buydu. NESA ailemi öldürmüştü, onu mu öldüremeyecekti? Ama onun yaşıyor olması o kadar cesaret vericiydi ki.

"Serhat'ı da mı bu işe karıştırdınız?" dedim şaşkınlıkla. Birazda sinirlenmiştim. Başının belaya girmesini istemiyordum haliyle.

"Operasyonu ona anlattığımda katılmazsa kendini öldüreceğini söyledi."

"Ne operasyonu? Serhat'ı bile ilgilendiren bir operasyon nasıl olabilir?"

Kafam karışmıştı. Düşünemiyordum.

"Sana NESA'nın bir şeyler sakladığından bahsetmiştim, değil mi?" deyince kafamı salladım. "Sırlarını öğrendik. Bildiğimizden haberleri yok ama yakın zamanda ortaya çıkacaktır. Bu yüzden bir an önce seni eğitime sokmalıyız. Aramızda bir savaş çıkacak. Çok yakında."

"Ne sırrı?" dedim korkuyla. Savaş çıkması demek bütün ülkenin bundan etkilenmesi demekti. Daha önce çıkan bir savaşta bir şehir yok olmuştu.

Yaklaşıp ellerimi tuttu. "Bunu şimdilik bilmesen daha iyi. Uygun bir zamanda öğrenmelisin." dedi ve hemen devam etti. "Ayaz gelecek, onunla birlikte binaya git. O seni olası şeylere karşı koruyacak. NESA'yla tekrar anlaşma yapacaksın. Seni bir eğitime sokacaklar. Eski yeteneklerinin geri gelmesi için."

Kafamı salladım. Doruk'a güveniyordum. Onun söylediklerini yapmalıydım. Ama Ayaz.... ona güvenemiyordum işte. Beni koruyacağını nereden biliyordu? Belki de korumayacaktı. "Ayaz'la konuşmam gereken o mesele..." diye başladım ama devamını getiremedim. Ne diyecektim ki zaten.

"Ayaz hazır olduğunda konuşacaktır seninle, merak etme." dedi ve gitmek için kapıya yöneldi. "Dikkat et kendine." diye ekledi ve gitti.

Yine yalnız kalmıştım.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 10, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

LimonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin