Dünya kurulduğundan beri var olan ve kıyamete kadar sürecek hak ile batıl savaşında tarihe mal olmuş öyle olaylar, öyle şahsiyetler vardır ki iyi irdelenmedikleri veya çoğu kez tarafgirlik zihniyeti ile objektif olarak okunamadıkları için verdikleri çağlar üstü mesajlar da algılanamamaktadır.
İslam tarihinin kara sayfalarından biri olan, Hz. Peygamber'in sevgili torunu Hz. Hüseyin ve aile üyeleri ile etrafında yer alan sahabe ve tabiînden birçok kişinin şehit edildiği bir mekânın ismi olan Kerbelâ da bu makus olaylardan biridir.
Yıllar yılı zihnimin en kuytu köşelerinde cevap sırasını bekleyen sorular yumağı içinde de en üst sırada olduğu için ruhumun açlığını gidermek amacıyla neredeyse okumadığım yerli- yabancı kaynak, izlemediğim görsel kalmadı. Yapmış olduğum bu araştırma; acının duygusal boyutu ve müslümanların yüreklerindeki algısını, farklı dillerle olsa da aslında aynı acıya aynı hüzünle ağladığımızın da farkındalığını, "ayrıştırıcı" gibi görünen bu hadisenin aslında "birleştirici" olduğunu hissetmeme neden oldu.
Yani Müslümanların yaşadıkları coğrafyanın tamamında Hz. Hüseyin ağıtı vardır. Ehl-i Sünnet ve Şia arasında önemli bir ayrışma noktası olarak görülen bu olayda aynı ağıt Türkçe, Kürtçe, Arapça, Farsça, Urduca, Azerice ve daha birçok dilde söylenmekte; acının ve ağıtın tonu farklı olsa da renginin aynı olduğu görülmektedir.
Hem tarihi, hem ilmi hem de edebi eserler açısından bakıldığında ise olay; ya sadece demogojik yönü ön plana çıkarılarak aktarılmaya çalışılmış ya da subjektif bir zihni bakışla yazık ki gerçekliğin üstü örtülmüştür.Üç beş istisna hariç olmak üzere neredeyse tüm ilmi ve edebi eserlerde 'Kerbela acısı' müşahade edilirken sadece bağımsız bir olay olarak ele alınıp yaşanan sahne dramatize edilerek bu acı dillendirilmiştir. Oysa yüzyıllardır yüreklere çöreklenen, halen kanayan ve toplumsal bağlamda "ötekileştirme" adına bir rol giydirilen bu yaranın öncesinde yaşananları iyi okumak; onu salt bir 'acı tablosu' olarak görmek isteyenlerin de ufkunu açacak , böylelikle orda yaşananların neredeyse aynısının günümüzde de yaşandığı gerçekliği ile karşı karşıya kalınacaktır.
Millet ve toplumların tarihinde önemli kırılma ve dönüm noktaları yaşanabilmekte, söz konusu durumlar tarihin seyrini bir şekilde etkilemektedir. Kerbela olayı da İslam Tarihi açısından önemli bir kırılmaya neden olmuş, müslümanların vicdanında derin izler bırakmış; dolayısıyla müslümanlar Kerbela olayını hiç unutmamışlar ve bu talihsiz olayı daima hüzünle ana gelmişlerdir.
Ancak tarihte nice menfi olaylar ibret alınmadığı için hep tekerrür etmektedir. Tarih sahnesine çıktığından beri İslâmiyet en büyük muhalefeti; kabilecilik, aşiret mantığı ve birtakım sahte ilahlara ibadeti öne çıkaran yanlış inanç, zihniyet ve törelerden görmüştür. Aşiret ve kabilecilik zihniyeti, mezhepçilik, dini veya ideolojik fanatizm üzerinden yürütülen iktidar mücadelesi, bugün de İslam dünyasının inanç, ahlak, bilgi ve hukuktan hareketle ileri adımlar atmasının önünde, aşılması gerekli en büyük engeli oluşturmaktadır.
"Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik"( Enbiya 107) muştusuna mazhar bir elçinin tebliğ ettiği dinin mensubu olduğunu iddia edenlerin ortaya koydukları bu akıl tutulmasının İslam'ın bağrında açtığı ve yüzyıllardır kabuk bağlamayan yarası bir tarafa; bence en önemlisi bu muştunun muhatabı olan elçinin soyunun yok edilmesine müsaade eden ilahi kudretin vermeye çalıştığı mesajın düzgün okunamamasından kaynaklı varolan ve kıyamete kadar devam edecek hak ile batıl savaşındaki tarafgirlik vebasının ortaya koyduğu tahrifattır.