Bunaldığımı hissederek üzerimdeki hırkayı çıkardım ve yüzümü masaya yasladım. Sadece ferahlatıyor, dondurma yediğimde beynimi donduran buz gibi dikkatimi başka yöne çekmemi sağlıyor. "Sanırım ben hatalıydım." Diye sonunda kendime itiraf ettim. Jun, yanıma sandalye çekip sırtımı sıvazlarken, "Nasıl bu kadar kör olabildim ki?" Diye yineledim; tekrar ve tekrar. Kendi kendime çelişiyordum.
"Muhtemelen olması gereken buydu. Bunun seni etkilememesi lazımdı." Jun'un moralleri bir boka yaramıyordu. İçimde bir yerlerde yıkıp dökme isteği vardı. Vardı, ama evde Jun'da vardı. Onu ağlatabilirdim ve Jun kesin ağlardı.
"Zaten tuhaf olan bu?!" Diklendim. "Bunun beni etkilememesi lazımdı. Neden şimdi Soonyoung'u düşünüyorum? Neden durduk yere aklıma geliyor? Neden tekrar bana yoğurt yedirmesini istiyorum?"
"Bunu düşünmek için geç kalmadın mı? Yaklaşık üç gün kadar." Jun yanağını avcuna yaslıyor. Tüm tereddütsüzlüğü ile karşımda, normal geliyor çünkü o bu duyguları hiç ama hiç tatmadı.
Önümüzdeki bir on yılda hiç ama hiç tatmayacak.
"Sence bu benim umrumda mı?"
"Olmamalı mı?" Kaşlarını kaldırıyor, Jun'un sorularından nefret ediyorum. Neden köşeye sıkışmış gibi hissettiriyor?
"Sikeyim. Olmamalı. Beraber uyuduğumuzda, elimi avcunun içine alıyordu. Küçük parmaklarım hoşuna gidiyor gibiydi, oynayıp duruyordu. Peki ya ben? O sırada ne yapıyordum?" Ofladım ve sandalyeden kayıp gözlerimi kapattım. Hatırlamak istemiyorum ama hiçbir şeyi unutmak da istemiyorum. "Uykum olduğunu söyleyip elimi çekiyordum. Bana sarıldığında sıcak diyordum. Öptüğünde yorulduğumu bahane ediyordum. Ben ne boklar yiyordum?"
"Uyandığından komodinin üstüne para koyup, dün gece hiç yaşanmış gibi davranalım, demediğin kalmış."
Sonunda bir miktar ciddileştim. Lanet olsun ki, her şeyin nedenini biliyordum. "Ben, sanki her şeyden emin olması gereken kişiymişim gibi davrandım. Onun kendini bildiğinden emindim. Ancak o da farksız değildi, çalkantılıydı." Daha fazla kaydım ve ben kaydıkça Jun bacaklarını masanın altından dizlerimin üzerine koyup kaymamı engelliyordu. Beni ikiye katlardı, bu yüzden durdum.
"Bencilsin zaten." Dedi Jun, koltuk atlarımdan tutup beni kucağına çektiğinde hiçbir şey demeden sarıldım ona, tek kurtuluşumun bana sürekli hakaret eden Jun olması kalbimi kırıyordu. "Bunca zamandır neden uyumadığını anlıyorum." Dedi saçlarımı öperken.
"Daha fazla umursamayacağımı düşündüm. Şimdiyse, kendimi suçlayıp duruyorum."
Bir kaç kere daha saçlarımı öptü. Sonra yanaklarıma dudaklarını değdirdi. Bok gibi biliyordu ki, o her öptüğünde aklıma Soonyoung gelecek. Geleceğini bile bile öpüyordu. Acı çekmem onun eğlencesiydi.
En azından düzgün veda edebilmem için onu bulmak istiyorum.
Veda etmek istemediğimi söylemek için onu bulmak istiyorum.
Onu bulmak istiyorum. Defalarca isteyip duruyorum.
Ne olur bok etmeyeyim dediğimiz bir fik daha, amin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
la vie en rose | soonhoon
Fiksi PenggemarHer şey çürük Volodya. Nasıl anlatılır bu? Öyle garip bir his ki, sanki hayatın içinden kesip attığı bir parçayım. Siz ilerlerken ben hala yerimde sayıyorum. Biçimlendirmeye uğraşırken parçalara ayırıp karıştırdığım bir tangram sanki hayatım. Sizler...