bir fırt daha çeksem belki zaman biraz yavaşlar

380 53 29
                                    

Kocamış, mavi pezevenk dünya ve başım, hangimiz daha çok dönecek konulu sidik yarışlarına başlamış gibi bir geceydi; tek okyanusu şişemin dibi bildiğim o vakitler. Yuvarlak masa derin bir sigara pusuna tutsak savrulup dururdu gözümde iyice dibi tattığımda.

"Şekerim," diyor Minseok, sıkıntıyla iç geçirirken. "Siyasetten hiç mi hiç anlamıyorum."

Koyu fanatik bir milliyetçi olan Kim Jongin, kasım kasım kasılıyor elindeki bardağı yükseğe kaldırarak, siyaset kelimesini duyar duymaz şişerdi bunun kasları. Ceketinin iç cebinde, ufak bir Güney Kore broşu taşır hep bu esmer pinti herif. Sık sık sevgilisi Oh Sehun'a sokulur, Tanrı ülkemizi ve Sehun'u korusun, derdi pişkin pişkin. Barda önümüze sunulan İtalyan içkisine kondurulmuş minyatür bayrağı hırsla çıkarırdı iyiden iyiye sarhoş olduğu an, biraz bizim kültürümüzden gerek diyerek bir çöpstiki anlamsızca sallandırırdı içkiye. Yemin ederim böyle de saplantılı bir herifti Kim Jongin.

Kim Jongin'in sevdiğim tek bir yanı, hemen çaprazında oturan Junmyeon'du, ki gözlerimi çehresinden asla alamam onun. "Şekerim," diye tekrar yükseliyor Minseok. Gözleri Junmyeon'dan alamayanın tek ben olmadığını fark ediyorum o sıra. "Adım ne demiştin?" diye yöneliyor ona.

"Junmyeon," diyor her zamanki bıkkın ifadesiyle.

"Bizim aklı penisinden de kısa Baekhyun'un arkadaşı mısın?" diye devam ediyor sorular sormaya, elindeki klasik biranın sonuna gelmek üzere.

"Yixing'in arkadaşıyım," diyor ve böylelikle yanındaki yapışkan herifi de öğrenmiş oluyorum. Hepimizin aksine, üzerinde bir takımla masaya yayılan biri bu herif; daha dört gün önce peşimize takılmıştı. Minseok çocuğa bakıp, malın iyiymiş diyerek daha da bağlamıştı bize. Şimdilerde ise, durmaksızın Minseok'la bakışan piçin tekine dönmüştü.

"Ne ara sayımız bu kadar fazlalaştı hiç hatırlamıyorum," diyor Sehun gözlerini kırpıştırarak. Haklı bir söylem olmasına rağmen, kimsecikler onu umursamadan devam ediyor içkilerine. Hatta Jongin bile, cevap vermek yerine Yixing'in koluna vurarak ülkenin güzelliklerini anlatıyor. Diyor ki, "Çinli olduğun için burayı tam tanımıyor olmalısın; emin ol burası yeryüzündeki bir cennet. Ülke özlemini dahi unutacaksın burada, sen hele bir tanı Kore'yi."

Jongin'in sesine işleyen o güçlü tavra -bu ton ancak ve ancak ülkeden bahsederken ortaya çıkardı- gözlerimi devirmekten alıkoyamıyorum kendimi. Kulaklarım kaosun ortasında uğuldayıp duruyor; ve zihnime dek dokunuyor gürültüler. Gözlerimi sımsıkı kapatıp biraz ortalığın sakinleşmesini diliyorum yalnızca; bu gece bir ayrı çekilmezim.

Masanın ortasında bir futbol konusu alev alıyor, ve Minseok koca bir çığlık atarak futbolcuların ne denli ateşli olduğuna dair upuzun bir konuşma yapıyor. Herkes, nedendir bilinmez, büyük bir ciddiyetle dinliyor onu. Diline doladığı, telâffuz dahi edemediği futbolculardan bahsetse bile arada Yixing'e göz kırpıyor; üstündeki takımla koca bir aptal gibi gözüken çocuğu utandırıyordu Minseok.

Ve tam da o sırada yükseliyor Junmyeon'un sesi. "Galiba," diyor Yixing'e bakarak. "Galiba bir palyaço ayakkabısı istiyorum, kocaman ve kırmızı olanlardan bir tane."

Yixing, onu umursamıyordu bile; bakışları Minseok'un çehresinde yarı utangaç, bolca da yaramaz bir şekilde gezinirken öylesine odaklanmıştı ki, Junmyeon'u duyduğundan bile şüpheleniyorum.

Ancak Junmyeon devam ediyor konuşmaya. "Fakat," diyor derin bir iç çekerek. "Önce istediğim prenses elbisesini bulmalıyım, cebimde koca bir boşluk varken zor oluyor tabii."

Uzun süre ses soluk gelmeyince, kafasını hızla çevirip bakıyor bu piç herife. Minseok dışında kimseyle ilgilenmiyor bile. Junmyeon'un yüzünü gölgeleyen bir hayal kırıklığı seçiyorum hayal meyal. Dudaklarında hafif bir gülümseme olsa dahi, çökmüş bir yüz ifadesi görüyorum çehresinde.

balıklar yalnızca Haziran'da ağlar [ suchen Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin