Tao içeri girdiğinde birkaç çalışanla birlikte toplantı odasını temizliyorduk, şef sadece birkaç adım ötemizdeydi. Kimse konuşmuyordu ki bu da onun içeri girdiğini anında fark etmemize neden oldu. Şefin işi boşladığımız an çekeceği uzun nutuğu es geçmeyerek sanki o da oraya bir şeylere yarayabilmek adına gelmiş gibi davranmaya başladı, bense sadece bana gönderdiği bakışlardan bile içinde bir şeyler tuttuğunu anlamıştım. Bozuntuya vermeyip işimi yapmaya devam ettim, henüz biraz önce mesaim başlamıştı, bu yüzden ara verip onunla konuşmam imkansızdı.
Tao'nun konuşmak için bana attığı her adım şefin kızgın bakışlarıyla bölünüyordu, o gün şirkette çok gergin bir hava vardı, gözle görülür bir gerginlik. Herkesin oradan oraya koşturduğunu, çalışanların konuşmaya bile çekindiklerini görebiliyordum. Aynı zamanda her taraftan fısıltılar yükseliyordu, şef bile o gün gereğinden fazla huysuzdu ve toplantı odasını bir an önce bitirmemiz için baskı yapıp duruyordu. Bir şeyler döndüğü ortadaydı.
Bense belki de o şirkete girdiğim günden bu yana ilk defa ortada bir şeylerin döndüğünü umursamıyordum. Fısıltıları dinlemiyordum, gerilmiyor, ne olduğunu merak etmiyordum. Hayattan kopmuş gibiydim. Bir önceki gece Jongin'le o berbat konuşmayı yapıp eve gitmiştim ve o andan şimdiye kadar yaptığım tek şey sadece nefes almaktı. Kendimi öylesine kırgın hissediyordum ki bunu nasıl düzelteceğime bile odaklanamıyordum. Hoş odaklansam da nasıl düzelteceğimi bilmiyordum.
İnsanların nasıl başardığını düşündüm. Hayatın bir durdurma tuşu olmalıydı, bir önceki gece ölecekmiş, tüm dünyam tamamen mahvolmuş gibi hissederken o sabah kalkıp hiçbir şey yokmuş gibi işe gitmem zordu. Devam edebileceğimden şüpheliydim bu yüzden hayatın bir durdurma tuşu olmalıydı ve ben içim soğuyana kadar olduğum noktada kalakalmalıydım ama yoktu. Kalkmak zorundaydım, nefes almak zorundaydım, işe gitmek zorundaydım. Üstelik tüm bunları bir önceki gece tüm ruhum içimden sökülmemiş gibi davranarak yapmalıydım. Hayatın bir durdurma tuşu yoktu bu yüzden orada, umutsuz bir şekilde etrafta dolanırken, kendimi yere bırakıp ağlayamıyordum. En çok buna ihtiyacım vardı ve ben en çok bunu yapamıyordum.
Sonunda toplantı odasındaki iş bittiğinde Tao tamamen aklımdan çıkmış bir şekilde odadan çıktım, bir yerde telefonlar çalıp duruyordu, birkaç kişinin sinirle hemen ardımızdan toplantı odasına girip kapıyı kapattı. O gün Jongin'i bir kere bile görmemiştim, üstelik bunu istediğimden de şüpheliydim. Tam merdivenlere doğru yöneliyordum ki Tao'nun gergin bir tavırla peşimden geldiğini fark ettim, şirketteki diğer herkesten hiçbir farkı yoktu. Benimse bunu umursayacak gücüm yoktu, bu yüzden ona küçük bir bakış atıp yürümeye devam ettim. Sessizlik içinde birkaç kat aşağı indik, Tao daha çok ne diyeceğini bilmiyor gibiydi.
"Bak, o kadar da üzülme." dedi en sonunda konuşmaya karar verdiğinde, ne dediğini anlamam epey uzun sürdü. Benim cevap vermeyeceğimi fark ettiğinde konuşmaya devam etti.
"Şirket her şeyi halletmeye başladı bile, çok kötü durumda değil."
Bu defa tamamen duraksadım, kaşlarımı çatıp ona baktığımda birkaç saniyelik bir sessizlik oluştu. Neyden bahsettiği konusunda en ufak bir fikrim yoktu ve bu belirsizlik içimde bir şeylerin kasılmasına sebep oluyordu.
"Neler oluyor?"
Kısık bir sesle sorduğumda Tao farkında olmadan birkaç adım geri çekildi, o da anlam veremeden kaşlarını çatıp bir şeyleri anlamlandırmaya çalıştı.
"Aman Tanrım." dedi sonunda farkına varmış gibi, "Haberin yok mu?"
"Neyden?" Sabrımın tamamen tükendiğini hissediyordum, Tao çok büyük bir pot kırmış gibi duraksadı.