Önemli Not: Kesinlikle aşk üçgeni klişesi yok, sadece hikayenin kiminle olduğunu çözmelisiniz. Kapakta ikisinin de olması da şaşırtmayı sevmemden dolayı diyelim :D İyi okumalaar ^^
"İnternet yok, telefon çekmiyor aynı zamanda medeniyet de yok." diye söylendim Maddie'ye gözlerimi kasabada gezdirirken. "Telefonun çektiği tek yer bir uçurumun başı."
"Hadi ama Hazel, sadece bir ay kalacaksın belki de çekici çocuklar vardır?" dedi bana moral vermeye çalışarak, normalde bu işe yarasa bile şimdi hiçbir halta yaramıyordu.
"Medeniyetin olmadığı bir kasabada yakışıklı çocukların olacağını sanmıyorum Madds, her neyse her gün konuşmak için buraya geleceğim. Gelmezsem domuzlar yedi dersin." diye homurdandım bacağımı uçuruma sarkıtırken.
"California sensiz eğlenceli olmuyor Hazel." dediğinde elimde olmadan bir kahkaha attım. "Hadi ama Madds, bunun bir yalan olduğunu ikimiz de biliyoruz. Kapamalıyım, büyük annem beni merak etmiştir. Seni sonra ararım."
Beni onaylayan mırıltılar çıkarttığında telefonu kapatıp ayağa kalktım. Jetlag yaşıyordum, Amerika'dan İngiltere'ye uçmak kolay değildi. Başıma giren ağrıyla yüzümü buruşturup bavulumu kasabaya doğru çekiştirmeye başladım. California'da mükemmel bir tatil yaşayabilecekken şimdi internetin bile olmadığı bir kasabada kalmak zorundaydım, daha boktan bir durum olamazdı.
Haziran ayının en sıcak gününde neden büyük anneme postalandığımı merak etmiyor değildim fakat iyi bir sebepten dolayı olmadığı belliydi.
Dik yokuşu nihayet bitirdiğimde botumda hissettiğim ağırlıkla durdum ve ayağımı kaldırıp baktım.
"Şaka yapıyor olmalısın." dedim sitemle incelen bir ses tonuyla. Botumda büyük bir çamur tabakası duruyordu, en azından çamur olmasını umuyordum. Derin bir nefes alıp birkaç saniyeliğine gözümü kapatıp düşündüm, bir ay boyunca burada ne yapabileceğimi. Ve aklıma gelen tek şey ata binmeyi öğrenmek oldu.
"Bunu bana yaptığına inanamıyorum anne." dedim tekrar homurdanarak ve bavulumu zorlukla taş yolda sürdüm. Uzun ve dar patikaya bir araba bile zor sığacak durumdaydı burada yaşayan insanların olması bile güçtü.
Yarım saatlik zorlu yürüyüşün ardından nihayet kasabaya varabilmiştim, yan yana dizilmiş eski dükkanlar her an yıkılabilecek gibi görünse de insana kendisini sanki eski bir kovboy filmindeymiş gibi hissettiriyordu, dürüst olmak gerekirse korkutucu bir görüntü olsa da etkileyici sayılabilirdi.
Bavulum bir taşa takıldığında duraksayıp onu çekiştirdim. Birkaç başarısız denemeden sonra sert bir şekilde çektim ve aniden üzerime düşen bavulla kendimi sert zeminde buldum.
"Bir bu eksikti." dedim ve ardından birkaç küfür savurup ayağa kalktım. Bavulumdan birkaç santim ötedeki tekerleği gördüğümde ise oldukça sesli bir küfür daha savurdum.
Ben ard arda küfürler sıralarken arkadan gelen bir kahkahayla durdum ve hızla döndüm.
"Vay canına uzun zamandır bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum." diye mırıldandı kahkahasını bastırmaya çalışırken. Kollarını göğsünde birleştirmiş eski bir telefon kulübesine yaslanıyordu, üstünde üzerine yapışan siyah klasik kesim bir tişört ve düğmeleri iliklenmemiş bir gömlek vardı.
"Neye güldüğünü sorabilir miyim acaba?" dedim sesime hafif ukalalık katarak. Savunma mekanizması olarak bavulun kolunu bıraktım ve ellerimi kalçalarıma yerleştirip ağırlığımı tek ayağıma verdim.
Yaslandığı kulübeden hafifçe doğrulup saçını düzeltti. "Sana."
"Bunu ben de anlamıştım." diye homurdandım gözlerimi kısarken.
"Bu kasaba için fazla 'sosyetik' görünüyorsun güzelim."
Gözlerini üzerimde gezdirirken bundan rahatsız olduğumu belirtircesine kıpırdandım. "Sen de buraları için fazla serseri havasındasın dostum." dedim yapmacık bir gülümsemeyle.
Kulübeden uzaklaşarak bavulumun birkaç adım ötesinde durdu, gömleğinin sıvanmış kollarından dövmeleri görünüyordu. Dövmeler abartıya kaçmış olsa da onda farklı ve oldukça çekici durmuştu, gözlerimi dövmelerinden gözlerine çevirdiğimde ise koyulaşmış ela gözlerle karşılaşmıştım. İnsanda farklı ve garip bir etki yaratıyorlardı.
"Yeterince inceledin mi?" diye şakıdı alayla.
Tek kaşımı kaldırıp yüzümü buruşturdum. "Neden seni inceleyeyim ki?"
Omuz silkti ve arkasını dönüp yürümeye başladı, bana cevap vermemesi üzere arkasından küfür etmeyi düşünüyordum ki tek elini kaldırarak bağırdı.
"Zayn. Zayn Malik."
Aralanmış dudaklarım şaşkınlıkla kapanırken gözlerimi kırpıştırdım ve gözden kaybolana kadar onu izledim, pekala Madds burada da çekici çocuklar olabilirmiş. Dudağımı dişleyip tekerleği kırık bavuluma baktım, olduğundan çok da uzun bir yürüyüş olacaktı anlaşılan.
*
"Tanrım, havuzda olmak varken neden buradayım? Büyük annemin evinin burada olduğundan emindim!" diye sitem ettim bugün içindeki bilmem kaçıncı kez. Gözlerimi çıkmaz sokaktaki duvardan ayırarak geri döndüm. Burasının neresi olduğunu bile bilmiyordum ve üstüne üstlük güneş batmıştı bile.
Tekerleği kırık bavuluma tiksintiyle baktıktan sonra dar sokaktan çıkıp ıssız kasabada yürümeye başladım. Arkamdan gelen ayak sesleri duyana kadar normal bir şekilde yürümeye devam ediyordum, omzumda hissettiğim elle çığlık atacakken başka bir el bunu engelledi.
"Hey, hey şimdi elimi çekeceğim fakat çığlık atma." dedi ela gözlerini irileştirerek. Başımla onu onayladıktan sonra elini çekti ve ben de derin bir nefes aldım.
"Sen ne yaptığını-"
Cebime sıkıştırdığı telefonla ona bağırmayı kestim ve suratına bön bön bakmaya başladım.
"Birazdan birkaç adam buradan geçecek ve büyük ihtimalle beni soracaklar senden isteğim ters tarafı göstermen tamam mı? Seni sonra bulacağım."
Hızla sıraladığı cümleleri söyledikten sonra benim tepki vermeme izin vermeden sol tarafa doğru koşmaya başladı, şaşkınlıkla arkasından bakarken ayak sesleriyle gözlerimi o tarafa çevirdim.
İri yarı sarışın bir adam yanımda durdu. "Buradan bir çocuk geçti mi?" diye sordu.
Başımla onu onaylayıp sağ tarafı gösterdim, tam tekrar koşmaya başlamışken arkasından seslendim.
"Bayım acaba Rashville ne tarafta?"
Bana anlamsız gözlerle baktı ve arka tarafı gösterip tekrar koşmaya başladı, omuz silktim ve tekrar bavulu kavradım. En azından gideceğim yolu öğrenmiştim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Stark
Fanfiction"Utanmıyorsun değil mi?" Başımı ona doğru çevirdiğimde alaycı gözlerinin arkasındaki iğrenme duygusunu görebiliyordum. Yüzümde istemsizce o umursamaz boş bakışlar yerleşirken yavaşça ona doğru bir adım attım. "Seni paramparça ettiğim için mi? Hayı...