Sessiz melodinin usul çığlıkları, koca köşk'ün duvarlarında yankılanıyor, piona'nın narin tuşlarına dokunan, çelimsiz parmaklardan akan koyu kan, beyaz tuşları kırmızıya boyuyordu.Piona'nın sessiz çığlıkları, aslında pionayı çalan dilsiz kadının, atamadığı yardım çığlıklarıydı.
Oda'nın büyük camından yansıyan güneş ışığı, beklide dünyanın daha önce keşfedilememiş, en güzel kadınının, beyaz tenini okşuyordu.Kadın, ruhsuzdu.Ama kendini ana bırakan küçük bedeni, huzurla dolu gibiydi.
Bir şeyler ters gidiyordu.
Sevimsiz odanın büyük kapısı, rahatsız edici bir şekilde gıcırdayarak açıldı.Kadının pionaya dokunan çelimsiz parmakları hareket etmeyi kesti ve gıcırdayan kapıya yöneldi.İçeriye beyaz mini elbisesiyle, saçlarını iki yandan toplamış minik bir kız çocuğu girdi.
''Anne!''
Kadın, gülümsedi.
Bir şeyler ters gidiyordu! Çünkü bu gülümseme, ruhsuz kadının ilk gülümsemesiydi.
Usulca iki yana çekilen dudakları şaşkınlıkla izledi küçük kız.Sanki, ilk defa birisi ona gülümsemiş,bir anlığına da olsa, Allah ona cennetinden bir parça bahşetmiş gibiydi.
Ufak adımlarla, çoktan iki yana açılmış kolların arasına gitti küçük kız.Kadının güçsüz kolları, son kez sarılırmışçasına,sıkı sıkıya sardı minik kızın bedenini.Kanlı yara bantlarının çoğunlukla yer aldığı çelimsiz parmaklarını, minik kızının yumuşak saçlarında gezdirip kokusunu içine çekti.Sadece birkaç saniye asırlar gibi geçerken, kadın sabırsızca minik kızı kendinden uzaklaştırıp uzun, uzun baktı gözlerine.Kadının baygın gözleri, hareketsiz dili yerine son sözlerini söyler gibiydi.
Minik kız, aklının erdiği kadar anlam vermeye çalışırken olaylara, kadının zayıf bedeni usulca ayaklandı ve sevimsiz odanın büyük kapısına yöneldi.Küçük kızda hızla annesinin yanına gidip, kırmızı renkli yara bantlarının yer aldığı eli, sıkıca tuttu.
Kadın sadece gideceği yöne odaklanmış,donukça büyük köşk'ün geniş merdivenlerinden iniyordu.Ortam ruhsuz,en az bu çelimsiz kadın kadarda hissizdi.Sanki büyük köşk'ün tavanından, sonbahar yaprakları, son vedalarını eder gibi süzülüyor,köşkün içinde gezinen soğuk rüzgar ise, süzülen yaprakları sadece onlara gelmemesi için başka yöne iteliyordu.
Ortamın tuhaflığı, dünyanın vaar oluş sebebine,insanların uyum sağlayış şekli kadar tuhaftı.
Sonunda köşk'ün büyük kapısının tam önündeydiler.
Kadın, zayıf bir o kadarda zarif olan bedenini sabırsızca hareket ettirip köşk'ün kapısını açtı.Güneş bu güzel yüzü görünce, saklandığı kara bulutun arkasından çıktı.Kasvetiyle bu koca köşk'ü bile yıkabilecek kabiliyette olan rüzgar bir anda durgunlaştı,sakinleşti, ve bir ıslık misali attığı çığlıklarını susturdu.Sanki gökyüzü yıllardır bu anı bekliyormuş gibiydi.
Kadın köşk'ün eşiğinden dışarıya adımını attığı an, çiçekler açmaya, kuşlar üzerine çıktıkları ağaç dallarında öterek, kanayan kulakları okşayan bir melodi nüksetmeye başladı.
Kadın dışarıya ikinci adımını attığında, karahindibalar dahi yapraklarını dökerken, köşk, kadının onu terk etmesine, yas tutuyor gibiydi.
Az sonra olacaklardan habersiz olan bir tek küçük kız vardı.O da sessizce ortama ayak uyduruyordu.
Köşk'ün büyük kapısının önünde, bir piyona gibi dizilmiş, fazla yüksek olmayan bir merdiven vardı.Kadın yıllarca bu anı bekliyormuşçasına o basamakları indi ve köşkün sağ tarafına doğru yürümeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DALI KIRIK GÜL #Wattys2017
ChickLitSessiz melodinin usul çığlıkları, koca köşk'ün duvarlarında yankılanıyor, piona'nın narin tuşlarına dokunan, çelimsiz parmaklardan akan koyu kan, beyaz tuşları kırmızıya boyuyordu.Piona'nın sessiz çığlıkları, aslında pionayı çalan dilsiz kadının, at...